1

8.7K 367 649
                                    

Bıkkınlıkla boynumdan çıkardığım kıravatımı şortumun cebine sıkıştırırken geriye kalan bir kaç merdiven basamağı da inerek mutfağa ışınlanmıştım. Grace kahvaltı tabaklarını yerleştirirken mutfağa girdiğimi farkedip bana hiçte samimi gelmeyen gülümsemesini sunarak günaydın demişti. Küçük bir baş hareketiyle onu geçiştirirken kendime bir bardak kahve doldurarak sandalyeme ilerlemiştim. Yine sıradan, sıkıcı ve sikik bir gündü ve benim bu evde bir gün daha geçirmeye ne yazıkki tahammülüm kalmamıştı.

Diego ve peşinden sürüklediği uykulu Klaus'a aldırmadan sandalyeme oturduğumda dünden beri içimi kemirip duran bu düşünceyi bir kenara bakışlarımı tam karşımdaki boş sandalyeye dikmiştim. Misafirimiz mi vardı?

"Misafirimiz mi var?"

Diego'nun, boş sandalyenin sahibi olan kişinin tabağına yemek dolduran annesine çatık kaşlarının altındaki keskin bakışlarını dikerek  sorduğu soru üzerine Grace gülümseyerek ona bakmış ardından hiçbir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşmıştı. Sinirle iç geçirmeden edemezken bakışlarımı tekrardan dolu tabağıma dikmiş ve sıcak kahvemden bir yudum almıştım. Mutlu olduğum nadir anlardan biriydi... sessizliğin hüküm sürdüğü mutfakta kahvemi yudumlamak, beni mutlu eden buydu fakat ne yazıkki pekte uzun sürmemişti bu. Zira babam çoktan mutfağa girmiş ve ona çıkan iğrenir bakışlarımın yanındaki genç kıza kaymasına sebebiyet vermişti.

Bizim yaşıtlarımızdaki genç kızın koyumsu mavi saçları ipek gibi omuzlarına düşerken hafif çekik gözlerinin altında parıldayan koyu mavi gözlerini etrafta gezindirerek bana dikmiş ve ifadesiz yüzünü olduğundan daha ciddi bir hale büründürerek kaşlarını çatmıştı. Garip bir tipti. Bembeyaz tenine renk veren saçları ve gözleri olmasa ölü bir cesetten farkının olmayacağına emindim. Fakat bakışları...bakışları oldukça derindi. Karşısındaki insana kolaylıkla dediğini yaptıran biri olduğuna emindim. Zira kimse bu sert bakışlar karşısında ona karşı çıkmaya cesaret edemezdi. Biz hariç kimse...sonuçta bizde en az onun kadar garip ve korkunçtuk, diğer bütün normal insanların gözünde.

Mutfak olduğundan daha sessiz ve garip bir havaya sahip olurken Reginald yerine geçerek ayağa kalkan çocuklarına oturmalarını söylemiş ve karşıma oturan kıza kısa bir bakış attıktan sonra bacaklarının üstüne serdiği peçeteyi düzeltmeyi bırakarak nihayet konuşma zahmetinde bulunmuştu.

"Kardeşlerine kendini tanıt lütfen." soğuk sesine zıt bir şekilde nazikçe konuşurken gözleri mavi saçlı kızın üstündeydi. Hepimizin bakışları ondaydı fakat o oldukça rahat bir tavırla yudumladığı suyunu masaya geri bırakmış ve çenesini eline yaslayarak bir süre bizi izlemiş o kısa sürenin ardından ise iç çekerek geri yaslanmış ve elini bu seferde kahvaltı bıçağına atıp onunla oynamaya başlayarak konuşmuştu.

"Ben...Natasha."

Regginald kaşlarını çatarak ona baktığında Natasha daha deminkinin aksine daha sesli bir iç çekerek oynadığı bıçağı bırakmıştı. Şimdiden ucube babamdan sıkılmış olmalıydı fakat ne yazıkki daha hiç bir şey görmemişti.

" Ben Natasha Hargreeves. Babanız tarafından evlat edindim. Yeni kardeşinizim."

O konuştukça kaşlarım daha da çatışırken soğuk sesinin robot olan annemden bile daha robot çıktığını farketmiştim. Sanki...sanki söylediği bir kaç kelimeydi ezberlemiş gibiydi. Duraklıyor, düşünüyor ve düz ses tonuyla konuşuyordu.

" Sekiz numara." sessizce mırıldanarak bakışlarını önündeki tabağa indirmişti. Utanmış mıydı yoksa sıkılmış mıydı bilmiyorum ama ona bakmamızdan rahatsız olduğu kesindi. Bu yüzden ben ve onu rahatsız etmek istemeyen bir kaç kardeşim önüne dönmüş, kahvaltımıza kaldığımız yerden devam etmiştik.

İSTENMEYENWhere stories live. Discover now