Bazen söyleyemediklerimiz...

1K 72 46
                                    

GÜLSELİ...

Gözlerimi cama vurulma sesiyle açtım. Başımı kaldırdığımda sesin balkon kapısının camından geldiğini anladım. Yatakta oturduğumda cama hala vurulmaya devam ediyordu. Üzerimi, bonemi düzelterek ayağa kalktığımda cama vurulma sertleşmişti. Yüzümü ovuşturarak kalın perde ve tülü aynı anda çektiğimde karşımda üniformasıyla, elinde sıktığı bordo beresiyle Yiğit ufak balkonumda duruyordu. Kapıyı açtığımda günaydın diyecekken, iki adımla odama girip kapıyı kapadı. Kaşları haddinden fazla çatık, işaret parmağını bana doğru uzatarak;

"Bir, askerlerle fazla samimiyet kurmuyorsun. İki, hiç kimseyle fazla konuşmuyorsun. Üç, beni tanımıyorsun. Son olarak beni sinir edecek, zor durumda bırakacak olaylardan kaçınıyorsun"

"Ta..ta..mam"

Yiğit bir adım daha yaklaşıp, gözlerimin içine bakarak hafif yumuşattığı sesiyle;

"İkimizin olduğu, kimsenin bizi duymadığı görmediği yerlerde ben bordo beyim unutma"

"Yürü git o zaman. Manyak mısın sabah sabah. Gelmiş bana emirler yağdırıyor"

Yiğit sanki hafif gülmüştü ya da bana öyle gelmişti. Bir adım daha yaklaşıp, iki kaşını birleştirmeye niyetlenmiş şekilde çatarak yüzüme iyice yaklaşıp;

"Doktor"

"Şey akrep yüzbaşım şey, yani az öteye gidebilir misiniz?"

Yiğit bir şey demeden arkasını dönüp kapıya doğru yürürken, arkasından bakıyordum. Ağızımı açmıştım ki durdu. Ben geniş sırtına bakarken, o hiç dönmeden kapıyı açtı. Hakkari'nin soğuk sabah ayazı yüzüme vururken;

"Kuvvetli ayaz var. Kalın giyin ve hep üstünde hırkan olsun"

Ben Yiğit'in dediklerini algılayana kadar o çoktan kendi balkonundan içeriye girdi. Açık kapıyı kapatıp lavaboya geçtim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra abdest alıp okunan ezanı dinledim. Namazımı kılıp üzerimi giyinmeye başladığımda valizin en altına koyduğum miniğimin küf yeşili hırkasını çıkardım. Cepleri derin olduğu için bu hırkasını çok seviyordum. Üzerime giyindiğimde cebine telefonumu ve cüzdanımı koydum. Anahtarımı elime alarak ufacık minicik bungalov evden çıktım. Bir kaç adım atmıştım ki arkama baktım. İki ahşap bungalov ev çok tatlı gözüküyordu. Sadece karargahın en sonundaydı. Revire gidene kadar on dakika geçiyordu. Anlaşılan bizim bordo bey görev aldığı yerlerde kendi gibi yerlerde kalıyordu. Ağır adımlarla yürürken büyük eğitim alanında sıraya girmiş askerlere baktığımda resmen yeşil ip gibiydiler. Göz ucuyla onlara bakmak istesem de başımı eğmiştim. Adımlarımı biraz daha hızlandırmıştım ki iç sesimin; '''ah kıyamam nasılda söz dinlermiş. Yok sen söz dinlemiyorsun korkuyorsun yazık sana delim ya''' dediğini duyunca başımı kaldırdım. Eğitim alanına baktığımda askerlerin bana baktığını gördüm. Başımı yoluma çevirmiştim ki Yiğit'le uzun mesafeden göz göze geldik. Gözlerindeki soğukluk, sinir, donukluk içimi yakmaya başladı. Başımı eğmeye zorlasam da gözlerinde görmeyi sevdiğim duyguyu aramaya başladım. Adımlarımız bizi birbirimize yaklaştırırken, ağlamak istedim. Başımı göğsüne koyarak bana evdeki gibi bak demek istedim. Yanımdan geçerken, kulağıma sabır çeken sesi geldiğinde başımı eğerek adımlarımı hızlandırdım.

Revir binasından içeriye girdiğimde tuttuğum nefesimi bırakmıştım. Keyifsizce odama girdiğimde üzerimdeki hırkamı çıkarıp sandalyeye koydum. Beyaz önlüğümü giyindiğimde telefonumu cebime koyarken elime bir kağıt geldi. Kağıdı çıkardığımda açıp içini okudum. Gülsem mi sinirlensem mi bilemedim. Askerlerden biri aşkını ilan etmişti fakat şiveli şekilde. Kağıdı cebime tekrar koyarak, sedyeleri kontrol ettikten sonra eğitim alanını izlemek için camın önüne geçtim. Yiğit'in beni görmesini istemediğim için tülü açmadan camdan dışarıya baktım. Yiğit çok sert dövüş eğitimi veriyordu. Askerleri yerden havaya kaldırıp tekrar yere attığında benim içim acımıştı. Başımı sallayarak arkama döndüğümde kapıya omzunu yaslamış Teğmen Ayda hanımla bir anda korkmuştum. Rüveyda'nın yaptığı gibi sahte bir gülüşle bir adım ona doğru yaklaşıp;

SEVDA YELİWhere stories live. Discover now