"İkisi kardeş mi?" diye sormuştum merakla. 

"Evet." demişti sakince. 

"Akif... Ne zamandır senin koruman?" diye sordum tekrar. 

"6 yıldır ikisi de benim korumum. Sadece korumalarım değil, aynı zamanda yeri geldiğinde iki arkadaşım da." dediğinde şaşkınlıkla iki saniyeliğine de olsa gözlerim Miraç'a kaymıştı. Oysaki Akif ve Miraç; kedi ile köpek gibi duruyorlardı karşıdan. Cevap verememiştim. Ne diyebilirdim ki? 

Yaklaşık on dakikalık sessizliğin ardından hastanenin önüne doğru kornaya basarak ilerlemiştim. Hiç ara vermeden kornaya basmaya devam ettim. Birkaç sağlık ve güvenlik görevlileri kapının önünde belirirken tam önlerinde durup arabadan indim. 

"Hastamız var. Araba çarptı. Lütfen yardım edin." derken arka kapıyı açmıştım. Sağlık görevlilerinden biri koşarak sedyeyi alıp getirirken diğerleri de Akif'i arabadan çıkarıyorlardı. Herkes olabildiğince dikkatli davranırken Miraç'ı görmüştüm. Zar zor arabadan inmişti ve derin derin nefes alıyordu. Sağlık görevlileri Akif'i götürürken arabanın kapısını kapatıp Miraç'ın yanına gittim. Rengi atmış ve kalbi ise olabildiğince hızlı atıyordu. "Sen... Sen iyi misin?" diye sordum. 'Evet' anlamında başını sallarken koluna girdim. "Oturmalısın, iyi görünmüyorsun." diyip banklara doğru ilerledik. Banka oturduğunda; "Hemen geliyorum." diyip tam yürüyecekken; 

"Nereye?" diye sordu. 

"Geleceğim, bekle." diyip gülümsemiştim. Her ne kadar göremiyor olsa da. Biraz daha ilerleyip hastanenin kantinine girmiştim. Bitter çikolata ve bir de ıhlamur çayı alıp parasını ödedim ve Miraç'a doğru ilerledim. Sinirliydi ama Akif için de çok üzülüyordu. Yanına gidip oturduğum esnada; 

"Bu..." diyip susmuştu. Eline ıhlamur çayını vermiştim. "Ihlamur." dediğinde belli belirsiz gülümsemişti. 

"Evet. Bir yerde okumuştum. Ihlamur çayı sinirlerin ve fiziksel gerginliğin dengelenmesine yardımcı olan ve rahatlatıcı özelliğe sahip olan bir çay." dediğimde kaşlarını çatmıştı. 

"Kayra Akın... Beni şaşırtıyorsun." dediğinde gülümseyerek çikolatanın paketini açtım. Bir parça kopardığım anda Miraç'ın kaşları iyice çatılmıştı. Çikolatayı eline verdiğimde; 

"Çikolata... Doğal bir antidepresandır. Beyni uyararak, stresini hafifletir." dediğimde kahkaha atmıştı. Gülerek sordum. "Ne var?"

"Sen ne zamandır bilimle iç içesin?" diye sordu. 

"Galiba az önceden beri." dediğimde çikolatasını ağzına atıp çayını içmişti. 

"Bu kadar düşünceli bir insan olduğunu bilmiyordum doğrusu." dediğinde derin bir iç çekmiştim arkama yaslanıp tam karşıya bakarken. Ve devam etti; "Nasıl bu kadar düşünceli olmayı başarabiliyorsun?" 

"İnsanları düşünmek bu kadar zor değil. Yani yalnız kendimi değil başkalarını da düşünmem gerektiğini söylemişti annem. Ben on bir yaşlarımdayken. 'İnsan insanın huzurudur' derdi annem hep." 

"Umarım ne kadar naif ve düşünceli bir insan olduğunun da farkındasındır." dediğinde gülümseyerek Miraç'a döndüm. Ona bakmaya başladım. Çayını yudumlarken bir flash patlamıştı. Ah hadi ama... Hızla birkaç insan ellerinde kameralarla bize doğru koşuyorlardı.

"Miraç Bey... Miraç Bey..." diyerek hep bir ağızdan konuşarak gelirlerken Miraç çayını kenarıya koyup ayağa kalktı. 

"Gazeteciler mi?" diye sordu benim duyabileceğim bir şekilde.

"Evet." dedim ayağa kalkarak. 

"Pekala." dediğinde tam yanında durmuştum. Gazeteciler etrafımızı sararken içlerinden biri konuştu;

YAŞAM MELEĞİWhere stories live. Discover now