4. Bölüm

91 15 1
                                    


Yaklaşık yarım saattir ormanın içinde ilerliyordum. Kaybolmuş gibi gidiyordum ama aynı zamanda da sanki bildiğim bir yer varmışta beni kendine çekiyormuş gibi ilerliyordum. Bu yarım saat içerisinde düşünmeye bolca vaktim olmuştu, bu yarım saat on sekiz yıldır büyümeyen beni büyütmüş gibiydi. Artık kendi başımın çaresine kendim bakmam gerekiyordu, ısırılmış olmam ailemden illa bir gün kopacağım anlamına geliyordu, ilginç olanıysa halen daha bir etki göstermemesiydi. Ne zaman etkili olacaktı? İşte bunu bilmediğim için aileme zarar vermek istemediğimden depodan ayrılmıştım. Ayrılmadan önce yanıma bir şey alma fırsatım olmadı, ne yiyecek bir konserve ne de içecek bir şişe suyum vardı. Geceleri uyuduğum bebek bile depoda kalmıştı. En önemliside onları orada yüzüstü bırakmıştım. Herkesi yüz üstü bırakmıştım.

Aklımda bir görüntü canlandı, karşımda yine o kız vardı, ağladığını hissediyordum ama bunu göremiyordum. Kendi sesimi duymamla ürperdim, çok can yakıcı bir sesim vardı. "Halkım için en iyisini yaptım," beynimdeki görüntüde yüzümü örten siyah bir boya vardı ama buğuluydu iç güdüsel olarak kim olduğumu anlayabiliyordum. Geri çekiliyordum ve kız yanımdan ayrıldıktan sonra kel bir adam yanıma yaklaşıyordu, adamın yüzü de her zamanki gibi belirgin değildi, kafasında ilginç ve yine dairesel şekillerle bezenmiş dövme desenleri vardı. Aklımdaki görüntü gitmeden önce kel adamın sözleri yankılandı. "İyi işti, heda."

Beynimdeki görüntü tamamen gitti ve ben kafamı hızla iki yana salladım, kendime gelmem için bunu yapmam gerekti. Hiçbir şey anlayamıyordum. Böyle garip garip anıya benzer görüntüler beynimde canlanıyordu, neden olduğunu ise hiç anlamıyordum. Griselda'nın inançlarından bahsettiğinden beridir bu görüntüler beynimin içinde dolaşıyordu. Bu yüzden pek takmıyordum aynı zamanda da kafamdaki bu görüntülerle yaşamaya alışmıştım. Tabii birinin kendimi böyle kandırdığımı bilmesine gerek yoktu.

Çok geçmeden düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey, ağaçların arasındaki kulübe oldu. Dikkat çekmemesi için sarmaşıklarla çevrelenmiş ve ormanın içinde kamufle olmuştu, dikkatli bakmasam asla fark edemezdim, fark etmemide şanslı oluşuma verdim. Tanrı bilir ilk kez bu kadar yüzüm gülmüştü. En azından bu akşamlık yatacak bir yer bulduğuma sevindim. Kulübede her kim yaşıyorsa ona rahatsızlık vermek istemiyordum ama içme suyu ve bugünlük yiyeceğim yemeği bulana kadar hava kararırdı ve dışarıda yatma fikri pek iyi gözükmüyordu. Bu yüzden içeride biri olma ihtimalini göze alarak kulübeye doğru ilerlemeye başladım.

Tahta kapıya elimi uzatarak gıcırtılı bir sesle geriye doğru açılmasını sağladım. Evin içerisi vanilya ve tarçına kokuyordu, bu kokuyla birlikte gözlerimi yumdum, uzun süre sonra böyle güzel bir koku almak beni gülümsetti. Etrafa dizili olan mumlar vardı. Uzunlu kısalı warm renkte ışık saçıyorlardı. Aklımda canlanan bir diğer görüntüyede engel olamamıştım. Up uzun bir bina vardı ve uzunluğunu belirtmek için kat sayısını bilmeme gerek yoktu. En üzerinde ise şamdana benzeyen metalden bir kazan ve içerisinde ahenkle dans eden ateş. Bina yani diğer bir deyişle kule üzerindeki yanan ateşle şeye benziyordu, dev bir muma. Mumları severdim.

Şimdilik anladığım kadarıyla evin içerisinde biri yoktu çünkü ses gelmiyordu ama evde yaşayan biri kesin vardı. Halen daha yanan mumlar buna işaretti. Eğer biri varsa yiyeceği ve suyuda vardır diye düşündüm ve gülümsedim. Dış kapı direkt olarak küçük şömineli bir salona açılıyordu. Salonda şöminenin hemen yanında sallanan, tahta ve üzerinde tahta tabanın üzerini örten bir döşeğin olduğu bir sandalye. Şöminenin sağ tarafında kalan duvarında içeri göçük ve biraz çıkıntılı bir kitaplık vardı. Koyu yeşil boyasının aktığı bazı yerlerden tahta rengini görebiliyordum. Kitaplığın içindeyse beni hayrete düşürecek kadar çok kitap vardı oysa yürüyüşçüleri bahane edersek ben hiç kitap okumuyordum. Hoş, zaten bunda kimsede ısrarcı değildi.

It's You!Donde viven las historias. Descúbrelo ahora