XXI| the only one who can hurt

3K 264 145
                                    

Odadan nasıl çıktığımı bilmiyordum. Gözlerim korkudan kaynaklı gözyaşlarıyla dolmuş bir halde koşar adımlarla merdivenleri indim. Eğer çocuğa bir şey olduysa ve onu da kaybettiysem... Ben ne işe yarıyordum?

Merdivenlerin ardından büyük salonun ortasına ilerlediğimde neredeyse ağlamaya başlayacaktım ki çocuğu görmüştüm. İlerideki yemeklerle dolu masada oturmuş, çevresinde olup onunla neşeli gülücüklerle ilgilenen kızların arasında yemek yiyordu. Dudaklarımın arasından rahat bir soluk yükselirken onlara doğru yürüdüm. Çocuk iyiydi.

Masaya vardığımda "Seni göremeyince çok korktum çocuk." demiştim.

Çocuk parlak ve yeşil gözleriyle bana bakıp aynı zamanda ekmeğini yerken Alexandra onun saçlarını okşamış ve yüzünü bana çevirmişti. "Biraz önce buraya geldi. Biz de aç olduğunu düşündük. Onu nereden buldun Mariah? Çok sevimli!"

Elizabeth de başını şiddetle sallayıp çocuğun yan tarafına diz çöktü ve parmak uçlarıyla onun yanağını okşadı. "Evet, çok sevimli ama neden konuşmadığını anlayamadık."

Diğer kızlar da onaylayan mırıltılar çıkarırken "Neden konuşmadığını ben de bilmiyorum." diye bir açıklama yapıp gülümsedim. "Önemli olan iyi olması."

"Kesinlikle! Larissa doğum yaptığından beri bir çocukla vakit geçirmemiştim."

Burada Larissa adında bir kızla hiç karşılaşmamıştım ve bu durum epey ilgimi çekmişti.

"O kim? Öyle birini tanımıyorum."

Jen omzunu silkti. "Doğumda öldü. Zavallı kız. On altı yaşındaydı."

On altı mı?

"Bebeğe ne oldu?" diye sordum dehşet içinde.

"Birkaç gün boyunca onunla ilgilendik ama Adonis bebeği korsanlara sattı."

"Ona bakabileceğimizi söylemiştik. Bizi dinlemedi." dedi hüzünle Elizabeth. "O minik de senin kadar tatlıydı." Çocuğun saçlarını bir kez daha okşarken merhametle gülümsedi.

Korsanlara satılan o bebeğe neler olduğunu düşünmek istemedim. Bunu düşünmek sadece midemi bulandırırdı.

Çocuk çiğnediği lokmayı yuttuktan sonra arkasına yaslandığında "Doydun mu canım?" diye sormuştum.

Bana bakıp başını salladığında şaşırsam da bunu belli etmedim. Tepki vermişti. Yani bu beni duyduğu ve konuşmama sebebinin de yüksek ihtimalle şoktan kaynaklı olduğu anlamına geliyordu. Ya da düşük bir ihtimalle geçmişte ses tellerinden hasar almıştı.

İleride sevişen bir çiftten gelen seslerin büyümesi ve neredeyse herkesin yarı çıplak olması beni rahatsız etti. Bir çocuğun bu ortamda olmasını sakıncalı buluyordum.

"Biraz yürümek ister misin? Bu saatlerde okyanusun rengi çok güzel görünür."

Oturduğu yerden kalktığında kızlardan birisi "Tekrar yanımıza uğra, tamam mı? Seni özleyeceğiz." dedi.

Çocuk bir tepki vermeden yanıma geldiğinde elimi omzuna koyarak onu kapıya doğru yönlendirdim. Kapıya varmadan çoğu zaman oturduğu koltukta şu anda da oturan kaptanı gördüğümde onun da beni izlediğini fark etmiş ve ona bir tebessüm gönderdikten sonra sonunda bu iğrenç yerden çıkmıştık.

Her zamanki hareketlilik kumsala hakimdi. Taşınan yükler, oradan oraya giden korsanlar, kavgalar...

Bir grubun önünden geçerken içlerinden birisi "Piçin kimden fahişe? Benden de bir tane yapmak ister misin?" diye seslendiğinde diğerleri de gülmüş ve küfür etmişlerdi.

the reaper • zmWhere stories live. Discover now