6: Aylan'a

227 70 106
                                    

En son hangi acı seni uykusuz bıraktı,
En son hangi coğrafya için göz yaşı döktün..?

|Tarık Tufan

Kaç yıl oldu Aylan?
Son görüşmemizden bu yana kaç yıl geçti?

Seninle ilk konuşmamızı hatırlıyor musun?

Ben hatırlıyorum.
Gurur duyduğum sayılı anılarımdan...

Hani öğretmenim şöyle demişti, bir dersin son dakikasına sıkıştırdığı duyurusunda;

"Çocuklar haberlerde görmüşsünüzdür, mültecileri taşıyan bir bot Akdeniz'de battı. O botta bulunan küçük bir çocuğun cansız bedeni sahile vurdu. İsmi Aylan'dı... Sizin ona mektup yazmanızı istiyorum. Zorunlu değil."

Öğretmenin bunu neden istediğini hala anlamıyorum Aylan. Açıkçası, sen ve senin gibi öldürülen binlerce çocuğun onun umurunda olduğunu sanmıyorum.

Her neyse...

Eve gittiğimde büyük bir heyecanla yazmıştım sana mektubumu. Zarfa koymuş, üzerine de "Aylan Kurdi'ye..." yazmıştım.

Şimdi düşünüyorum da neden o kadar heyecanlanmıştım ki? O mektup sana asla ulaşmayacaktı. Sen ölmüştün. Sen okuma yazma bilmiyordun ki!

Sahi Aylan, kaç yaşındaydın? 3 mü, 4 mü?

Âhh kimin umurunda?

Bir sonraki ders gelip de öğretmen mektupları sorunca sınıfta sadece iki kişi yazmıştı.

Kaç kişiydik? 32.
Peki kaç kişi yazdı? 2.

Peki

Geleceğin yetişkinleri.. çocukken bile umursamaz kişilerdi.

Yazan iki kişiden biri bendim. Diğeri de yüksek not almak için mektubu ablasına yazdıran bir kız.

Ben niye mi yazmıştım?

Özür dilerim Aylan...

Ben yazmanın zorunlu olduğunu sanmıştım. Yazmazsam öğretmen kızar diye düşünmüştüm.

Özür dilerim...

Umursadığım şey; senin rejimin başında kalmak için kendi halkını öldüren bir cani yüzünden ülkeni terk etmek zorunda olman ve bizim sessiz kalışımız yüzünden, daha iyi bir yaşam umuduyla Avrupa'ya giderken boğulman değildi.

Ölümün ne olduğunu bilmiyordum ben.

Bana yazılmış sanki şu satırlar;

"Bir çocuk düşünün ölümün ne olduğunu bilmeyen. Ve bir çocuk düşünün ölümü çocukça yaşayan..."

Şimdi büyüdüm Aylan.
Öğrendim her şeyi.

Gördüm dünyanın kirli yüzünü.
Tattım azabını sessiz kaldığım yılların.

;

Bir belgesel açmıştım. En başta yapımcı stüdyo, yönetmen vs'nin adları yayınlandı. Sıcak çayımdan bir yudum aldım. Ekran karardı. Sonra birden ekranda sen belirdin Aylan.

Kırmızı tişörtün, lacivert pantolonun ve cansız bedeninle karşımda duruyordun.

Sanki beni nasıl unutursun der gibiydin.
Ellerim titremeye başladı, etraf bulanıklaştı. Belgeseli kapattım. Lakin artık çok geçti.

Sen zihnimin meydanına bomba gibi düşmüştün. Ve arkanda tarif edilemez bir enkaz bırakmıştın...

Görüntüler aklımdan çıkmıyor Aylan...

Vallahi senin kumların üzerinde cansız bir şekilde uzanışın, kıvrılmış kırmızı tişörtün...

Peki jandarma eri neden seni hemen kucaklamadı? Neden öylece durdu ve elindeki deftere bir şeyler yazdı?

Onun yerine kendimi hayal ettim Aylan.

Seni görünce koşar ve seni kucağıma alırdım. Sana sarılır buz gibi olmuş bedenini ısıtmaya çalışırdım. Seni battaniyelere sarar, uyanman için Allah'a yalvarırdım.

O seni kucağına aldığında eldiven takıyordu.

Hayır Aylan, otopsi yaptıklarında parmak izi senin cansız bedeninin üzerinde olmasın diye değil.

Sana çıplak elle dokununca vicdan azabı artar diye. "Neden ona yardım edemedim, neden engel olamadım?!" tarzında serzenişlerde bulunur diye.

Hele dalgaların ağzına girmesi...

İşte orada ben öldüm Aylan.

İnsanlık oracıkta can verdi. O gün o denizde boğulan sen değildin Aylan.

O gün o denizde boğulan bizim merhametimiz, vicdanımızdı.

O gün o denizde biz boğulduk Aylan...

Şimdi tekrar soruyorum; kaç yıl oldu Aylan?

5 yıl oldu.

Peki bu beş yılda ne değişti?

Zalim daha da zalimleşti.
Zulüm daha da arttı.
Mazlumun ahı arşa ulaştı.
Müslümanlar sessizlik oyununu oynamaya devam ediyor.

Beni tuzlu deniz suyu değil, acizliğim boğuyor...

"Çocuk yardım çağırıyor baba.
Kim yardım edecek?"

Yazar notu: benim için müthiş derecede önemli bir yazı bu.

-Nira

DEVİN | 🕊️Where stories live. Discover now