twenty four

4.2K 382 156
                                    

Eğer daha farklı koşullarda, daha mutlu bir eve doğsaydım nasıl olurdu hayatım diye düşünmeden edemiyordum bazen.

Burada olmazdım şimdi. Ailesiyle yaşayan, umursamazlığın değil de sevginin cirit attığı bir evde büyürdüm. Sabah annem kahvaltıya çağırırdı, onun elinden olunca daha lezzetli olan kreplerden yerdim, sonra servisle okula giderdim. Akşam eve döndüğümde heyecanla beklerdim annemle babamın işten eve dönmesini. Kapıda karşılardım onları, babam alnıma bir öpücük kondururdu ve nefis bir akşam yemeği yerdik. Sonra belki televizyondan film izlerdik beraber, uyku vaktim gelince ikisinden biri beni odama çıkarır ve üstümü örttükten sonra iyi geceler öpücüğümü verirdi. Belki de korkardım ve uyuyana kadar yanımda durmasını isterdim. Dururdu.

Hep böyle tiyatroların başrolü yapmıştım kendimi. Gözlerimi kapattığımda bile hoşuma gitmeyen o karanlık benim hayallerimle doluydu. Ertesi günün bugünden daha iyi olacağına inanarak uyurdum ama benim bir önceki günüm sonrakinin habercisiydi, bunu bilmezdim işte.

Güçlü durmaya çalışmıştım, yalnız başıma idare ederim sanmıştım ama olmamıştı işte. Böyleydi insanoğlu, yalnız ölmek istemiyordu ruhlar. Yaşayarak öğrenmiştim bunu.

Yollarımız ayrılmıştı ama beni tekrar bulmuştu. Harika zaman geçirmiştik fakat gidiyordu işte. Bir metal yığınıyla kilometrelerce uçacaktı ve bizim aramıza okyanus girecekti.

Saat gece 3'ü gösteriyordu, cumartesi gününe girmiştik ve Lucas eve gidiyordu. Havaalanına gelmiştik ve ağlamamak için kendimi o kadar çok sıkıyordum ki tırnaklarımı batırdığım avuç içlerim kanamak üzereydi.

Durdu. Ben de durdum. Gitmesini istemiyordum ama orada henüz yeni yeni hayatını düzene sokabilmişken burada kalmasını istemek bencillik olurdu. Bir kez daha alamazdım hayatını elinden.

Kafasını eğdi ve sıkıntıyla ellerini saçlarından geçirdi. Gözlerime bakmıyordu. ''Sanırım... Artık gitmeliyim.''

Dakikalardır dişlerimle işkence ettiğim alt dudağımı serbest bıraktım ve dudaklarımın arasından derin bir nefes verdim. ''Uçağa kaçak olarak binip seninle gelmek üzereyim.''

Güldü ama daha çok acı bir gülüştü bu. Biletim olsa bile Avustralya'ya öyle kolay kolay dönemeyeceğimi biliyordu. ''Geleceğin günü dört gözle bekliyor olacağım.''

Öyle güldüğünü gördükten sonra oturup ağlamak istedim. Bu bir veda değildi, artık birbirimizi bulduğumuza göre telefonda iletişim halinde olabilir ve sınavı atlattıktan sonra görüşebilirdik ama yine de kalbimin üstüne oturmuş olan öküz kalkmıyordu işte. ''Roseanne,'' dedi ben bir şey demeyince ve gözlerime baktı. ''Sana bir şey söyleyeceğim.''

Merakla kafamı salladım ve gözyaşlarımı geriye itmeye çalıştım. Sertçe yutkundu ve silkelendi. ''Sen dokuz, ben onuncu sınıftım. İkinci dönemdeydik, bir partideydik ve sen çok içmiştin. Sürekli gülüyordun, bana sarılıyordun ve ben o ayık kafayla bile çok eğleniyordum.''

Söyledikleri sayesinde o geceyi hatırlamayı başarabildim, çoktan boynumuza kadar pisliğe battığımız zamanlardı ve sürekli içip kafayı buluyordum. O partide sınırlarımı zorlayıp ne bulduysam içmiştim, eğlence anlayışım bundan ibaretti ama nasıl zevk aldığımı hatırlıyordum. Alkolün ya da başka bir şeyin kanıma karışması beni mutlu ediyordu, gökyüzüne çıkarıyordu. O partiyi de anımsayabiliyordum, bütün gece Lucas'a sataşıp durmuştum. Yeni yeni arkadaştık ama fazlasıyla samimiydik.

"Hatırlıyorum," dedim. "Üst sınıflardan birinin partisiydi. Neden sordun?"

Gergin gözüküyordu. Üzgün gözükmesini anlıyordum ama şu an kelimeleri ağzından zar zor çıkarıyor gibi bir hali vardı. "Partiden biraz uzaklaşmıştık ve sen kendini çimenlere atıp gökyüzünü izlemeye başlamıştın. Kahkaha atıyordun, yerde yuvarlanıyordun ama... Çok mutluydun işte. Evet, belki kafan yerinde değildi ama gülüşlerin kulaklarımı dolduruyordu ve ben de gülüyordum."

close as strangers |rosékookWo Geschichten leben. Entdecke jetzt