0.7

144 25 42
                                    

Bir çocuk vardı. Gözyaşları nurdan, duyguları kırılgan bir camdandı. Hüzünlerini işledi kalbinin ortasına bir hançer misali. Gözlerinden süzüldü ve omzuma değdi inci tanesi. Yaktı, kavurdu kızarmış gözleri. Her bir damlada battı keskin bir diken gibi.

Bulutların arkasına çekildi en yoğun duygular. Önümüzde kıvrılan yollar vardı ve derin bataklıklar. Kelimeler anlamını yitirdi çünkü kalbim bir okyanusun dibindeydi. Toprağa değdi elleri, tüm dertleri silindi. Karşısındaydı ruhumun mabedi, onu ezmek istemedi.

Bir kuşun kanadı kırıldı ve yayıldı etrafa tiz feryadı. Ağaçların dallarına gölgeler düştü ve kuşu sakladı. Meğerse kanadı kırık kuş bülbülmüş, içli içli ağlamış. Sevgiyle çarpan yüreği kederle kavrulmuş.

Namjoon dün omzumda ağlamıştı. Neden ölmek zorunda olduğumuzu sormuştu. Bense onun sırtını sıvazlamış ve her şeyin geçeceğini söylemiştim. Her şey geçmezdi, yalan söylemiştim. Her insanın bir başlangıcı vardı ve elbette sonu da olacaktı. Bu acı gerçek suratımıza tokat gibi çarpıyordu ama elimizden bir şey gelmezdi.

Aileme gelmiştim yine. Beni özlemiş olmalılardı. Bakım evinin kapısını ittirdim ve içeri girdim. Yine hep birlikte salonda oturduk ve sohbet ettik. Burada güzel vakit geçiriyordum, tüm dertlerimden arınıyordum. Hayatı birkaç saatliğine de olsa akışına bırakabiliyordum.

Bayan Hwa'nın hazırladığı kekleri yedik. Sohbet ettik ve sırasıyla eski anılarından bahsedenleri dinledik. Bir ara yürüyüşe çıktık ve güneşin parlayan ışıkları altında dinlendik. Yüzümüzü güneşe çevirdik ve gözlerimizi bulutlara diktik. İçeri girdiğimizde aklıma Bayan Lena geldi. O bizimle hiç oturmamıştı. Hatta diğerlerinden duyduğuma göre odasından dışarı çıkmıyormuş. Zaten her odada banyo olduğu için çıkmaya gerek duymuyormuş. Yemek de hazır bir şekilde önüne geldiği için odada kalmayı tercih ediyormuş.

"Sim Jung!" Hemşire Yuna geldiğinde gülümsedim ve kısaca sarıldık. "Nasılsın?"

"İyiyim," dedim samimi bir şekilde gülümseyerek. "Ben iyiyim de sen biraz yorgun görünüyorsun."

Gözlerini birkaç saniye kapattı ve yorgun bir şekilde tekrar açtı. "Evet, biraz yorgunum. Bayan Lena'ya ilaçlarını içirmek için uğraşıyorum ama bir türlü içmiyor ve beni odadan kovuyor. Tam üç kere odadan kovdu."

"İstersen ilaçlarını içirmeyi bir de ben deneyeyim?"

Gözleri parladı ama o parlaklık birkaç saniye sonra söndü. "Çok isterdim ama seni kabul edeceğini sanmıyorum. Biraz huysuz biri, odasına bizim girmemizi bile istemiyor."

"Sen ilaçları bana ver, ben hallederim." diyerek göz kırptım. Bayan Lena en fazla ne yapabilirdi ki?

"Tamam, eğer ilaçları içirebilirsen bana haber ver lütfen."

"Merak etme yanına uğrayacağım, Yuna."

İlaçları aldıktan sonra doğruca Bayan Lena'nın odasına gittim. Kapının önüne geldiğimde yüzüme samimi bir tebessüm yerleştirdim ve kapıyı tıkladım. Birkaç saniye içeriden ses gelmesini bekledim ama ses gelmedi. İçimde endişe oluşurken hızlıca kapıyı açtım.

Bayan Lena yatağında oturmuştu, beni görünce hızlıca doğruldu. "Ben içeri gir dedim mi de hemen giriyorsun?"

Çatık kaşlarını gördüğüm an dudaklarımı dişlerimin arasına aldım ve gergince ısırdım. Ani tepkisiyle afallamıştım. "Ses gelmeyince merak ettim." dedim kapıyı kapatarak.

İçeri doğru yürüdüm ve odadaki sandalyeye oturdum. Elimdeki ilaçları da önümdeki masaya koydum ve içmesi için hazırladım. "Ne yapıyorsun sen?" diye sordu.

dreams of hope • kim namjoon ✔Where stories live. Discover now