1.3

135 17 22
                                    

Lisenin ilk yılını Gangam'daki büyükannemin yanında okumuştum. O zamanlar sık sık gittiğim bir kütüphane vardı. Kütüphanedeki sessizlik her zaman hoşuma giderdi. Kitapların arasında dolaşmak huzurun kollarında uyuyormuşum etkisi yaratırdı. Kütüphanede kendimi iyi hissederdim, bu yüzden sık sık giderdim.

Oradaki çalışanlardan birisinin adı Min Ho'ydu. Min Ho amca çok kibar, çok iyimser, çok güler yüzlü biriydi. Onu ilk gördüğüm an hayat enerjisine hayran olmuştum. Gözlerinde tiyatro perdeleri vardı lakin o bu durumdan rahatsız olmazdı. Böyle yaşamaya alışmıştı ve ben onun gözlerindeki tiyatro perdelerinden sızan ışıkları görmüştüm. Onun gözleri görmüyordu ama gözleri ışık saçıyordu.

Hayatımda kötü insanlar da olmuştu fakat hayatımı değiştiren çok iyi insanlar da karşıma çıkmıştı. Min Ho amca da o iyi insanlardan biriydi. "Bardağın yarısı boş diye, dolu olan kısmını görmezden gelemezsin." demişti bir keresinde.

Hayata bakış açımı da değiştirmişti aslında. Bana her zaman istediğim gibi yaşamamı öğütlerdi. Ne istiyorsam onu yapmalıydım. Renkli tokalar takıp renkli elbiseler giyinmek istiyorsam giymeliydim. Bisiklete binip şehir turu yapmak istiyorsam yapmalıydım. Parka gidip çocuklar gibi eğlenmek istiyorsam eğlenmeliydim. Yazmayı seviyorsam yazmalıydım ve koşmak istiyorsam yalnızca koşmalıydım. İşte bu yüzden herkesten farklıydım belki de. Sadece kendi istediğim gibi yaşıyordum. Kendi kurallarım doğrultusunda yaşamak beni mutlu ediyordu. Hayatımı başkalarına ispatlamak için yaşamıyordum.

Namjoon ise ilk tanıdığım zamanlarda fazlasıyla içine kapanıktı. Güzel gözleri hüzün bayrağı çekmişti. Onu gördüğüm ilk an, içimden bir ses peşinden gitmemi söylemişti. İyi ki peşinden gitmiştim. O bir kaplumbağa değildi, kendini koruyabileceği kabuğu yoktu. Olmayan bir kabuğun içine saklanamazdı. Onu görmüştüm, onu duymuştum, onu hissetmiştim, onu dinlemiştim ve en önemlisi onu anlamıştım.

Namjoon karşımdaki koltukta gergince oturuyordu. Cümlelerini toplamakta güçlük çektiğini görebiliyordum. Annesinin ölümünü bana anlatacaktı, bu onun için çok zor olmalıydı.

Onu zor durumda bırakmak istemediğim için, "Anlatmak zorunda değilsin." dedim.

"Hayır, anlatmak istiyorum. Hem anlatıp içimdekileri az da olsa boşaltmak istiyorum hem de hayatıma girmiş kadından bir şey gizlemek istemiyorum."

Gözlerini gözlerime kenetledi. Bir saniye olsun gözlerini benden ayırmazken ayağa kalktım ve yanına oturdum. Ellerini tutarak gülümsedim. "Ne olursa olsun senin yanındayım." dedim.

O da benim gibi gülümsedi ve, "Teşekkür ederim. Ben de her zaman senin yanındayım." dedi. Gözlerini kısa bir an benden çektikten sonra geriye yaslandı. "Annem ve babam lisede tanışmışlar. Aynı sınıfta okuyorlarmış. Annem aynı sınıfta okuduğu biriyle sevgili olmak istememiş, hem yaşı da küçükmüş. Annemin ailesi çok zenginmiş fakat babamın ailesi zengin bir aile değilmiş. Babamın annesi de babası da öğretmenmiş. Öğretmen maaşıyla geçiniyorlarmış."

Anladığımı belli etmek için kafamı salladım. Bunda bir problem yoktu. Hatta gayet güzeldi. Devam etmesi için, "Bu çok güzel. Peki ya sonra?" dedim.

"Sonra babam bir şekilde annemi ikna etmiş ve sevgili olmuşlar. Derslere birlikte çalışarak üniversiteyi kazanmışlar, hem de aynı üniversiteyi kazanmışlar. Annemin ailesi, babamı öğrenmiş ve annemin babamla görüşmeye devam etmesi onları çok rahatsız etmiş. Annem bütün bunları umursamadan babamla görüşmeye devam etmiş çünkü babamı gerçekten çok seviyormuş. Daha üniversite bitmeden annem hamile kalmış ve dünyaya gözlerimi açmışım."

Buraya kadar bir sorun yoktu. Şimdilik anlatmakta bir sıkıntı görmüyordu ancak az sonra annesinin ölümünü anlatacaktı. Bu onun için çok zor olmalıydı...

dreams of hope • kim namjoon ✔Where stories live. Discover now