1.4

117 19 23
                                    

Duvardaki saate baktım. Akrep ile yelkovan birbirini kovalıyordu. On dakika gecikmişti. Bir kahve sipariş edip içmeye başladım. Sade kahve beni biraz olsun sakinleştirirken kafeden içeri girdiğini gördüm. Telefondaki ufak işimi hallettikten sonra ayağa kalktım ve buraya gelmesini bekledim.

Beni tanıması için elimi havaya kaldırdım ve gereksiz bir şekilde kocaman gülümsedim. O ise burnunu kırıştırarak yanıma kadar geldi. Elimi uzattığımda gelişigüzel elimi tuttu ve çantasını yanındaki sandalyeye bıraktı. Karşıma oturduğunda ben de tam karşısına oturdum.

"Merhaba!" dedim coşkulu bir şekilde.

"Merhaba. Hep böyle neşeli biri misin?" diye sordu.

"Evet öyleyim." dedim ve garsonu çağırarak menüyü istedim. "Peki sen hep böyle suratsız mısın?" diye sordum hemen sonra. Bunu söylerken bile yüzümde alaylı bir neşe vardı.

Tek kaşını havaya kaldırarak bana karşı ilk kez gülümsedi. "Tanımadığım insanlara karşı genelde suratsızım."

Elimi dudaklarımın üstüne bastırarak kıkırdadım. "Tanışırız, zor bir şey değil. Ben Sim Jung."

"Sen saf mısın yoksa saf ayağına mı yatıyorsun?" Sabır dilercesine gözlerini yumdu ve saçlarını geriye doğru attı. "Beni buraya niye çağırdın? Sohbet etmek için çağırmadın herhâlde."

"Namjoon hakkında konuşmak istediğimi söylemiştim. Onun hakkında konuşacağız."

"Ben de bu yüzden geldim zaten! Lafı geveleyip durma da ne diyeceksen de."

Kahvemden büyük bir yudum aldım. Garson da Cho Rim'in kahvesini getirmişti. Garsona gülümseyerek teşekkür ettim ve Cho Rim'e döndüm. "Sakin ol, dostum. Konuşacağım zaten. Başkasının yanında mı konuşmamı isterdin?"

Cho Rim, Namjoon'un bahsettiği kadındı, yani Namjoon'un babasının eşiydi. Alımlı ve güzel bir kadındı ama yaş olarak da tip olarak da bizden daha büyüktü. Namjoon'un babasıyla evli olduğu hâlde Namjoon'a kafayı takmıştı. Namjoon'u rahatsız etmesi sinirimi bozuyordu. Bu yüzden onu bugün buraya ben davet etmiştim. Onunla her şeyi konuşmak ve bu saçma konuya bir nokta koymak istiyordum.

Cho Rim sinirle kahvesini yudumlarken ona nefretle baktım fakat o bunu fark etmedi. "Artık konuşsan iyi olur çünkü ben çok sıkıldım. Her an kalkıp gidebilirim."

"O zaman direkt konuya giriyorum?" diyerek soru sorarcasına gözlerine baktım. Kafasını bıkkınca aşağı yukarı salladı. Soğuk bir tebessümle yüzünü inceledim. "Namjoon'dan uzak dur." diyerek direkt konuya girdim.

Şaşırmış bir şekilde bana baktı. Zoraki bir şekilde güldü ancak iki saniye sonra gülüşü bir balon gibi söndü. "Sen ne saçmalıyorsun?"

"Birincisi; saçmalamıyorum. İkincisi; çeneni kapat ve beni dinle. Üçüncüsü ve en önemlisi; Namjoon'un babasıyla evlisin. Buna rağmen nasıl olur da Namjoon'a yaklaşabilirsin? Yüzsüz müsün? Sana açık ve net bir şekilde Namjoon'dan uzak durmanı söylüyorum. Hatta Namjoon'un babasından da uzak dur. Onların arasını bozamazsın." diyerek sert bir dille konuştum. Sözlerim zehir oldu, konuştukça akıttım. Bombanın pimini çektim ve patlattım.

"Sana bunu Namjoon mu söyledi?" diyerek güldü. Aslında ne yapacağını bilemediği için önümde kıvranıyordu fakat hâlâ üste çıkmaya çalışıyordu. "İkisinden de uzak durmayacağım. Ne yapacaksın?"

"Namjoon'un babasıyla konuşurum. Ona her şeyi anlatırım."

Neşeden yoksun bir kahkaha attı. Sesi bütün kafede yankılanmıştı. Herkes bize dönüp bakmıştı ama o bunu umursamadı. "Öyle mi? Hadi git konuş o zaman." diyerek kapıyı gösterdi. "Sana mı inanacak? Sen kimsin de sana inansın?"

dreams of hope • kim namjoon ✔Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon