0.6

156 26 28
                                    

Gönüllerimiz tutsaktı, dilimiz ise kenetli. Bileklerimize kelepçe takıldı, zihinlerimiz susturuldu. Sırtımızdaki kemikler birbirine kenetlendi. Fırtınalar esti, yapraklar oynadı kaburgalarda. Kasvetli bir hava ve sis oluştu etrafta. Hüzün, tıpkı bir şimşek gibi içime çaktı. Ardı ardına fırtınalar kopardı göğüs kafesimde. Namjoon'un söylediği cümle, kalbime bir sancı yaydı. Ateşini bıraktı içime ve durmadan korladı.

Düşünce yığınları zihnimin her karışını kuşattı ve gözlerim düşüncelerime saplı bir şekilde mezarlığa doğru yürüdüm. Sadece iki kelime hayatımı altüst etmiş gibi hissediyordum.

Büyükannemin mezarına ulaştığımda çantamdan su şişesini çıkardım ve toprağı ısladım. Büyükannemle biraz sohbet ettim. Beni duyduğunu ve beni izlediğini biliyordum, bu yüzden onunla konuşuyordum. Büyükannemin yanından ayrıldığımda Namjoon'un da çıkmak üzere olduğunu fark ettim ve adımlarımı hızlandırararak yanına doğru ilerledim.

"Namjoon!" diye seslendim. Dönüp bana baktı ve sonra tekrar yürümeye başladı. Kolundan tutup kendime çevirdiğimde mezarlıktan çıkmıştık. "Neden beni beklemiyorsun?"

"Seni beklemesem de geliyorsun zaten."

"Sorun gelmem değil." Bir yandan yürüyorduk bir yandan da kelimelerimi toparlamaya çalışıyordum. "Ben zaten sana hep geliyorum. Sorun bu değil, anlamıyor musun? Sorun beni hiç unursamaman ve ben yokmuşum gibi davranman."

"Ne yapabilirim?" dedi adım atmayı keserek ve kollarını yanına doğru savurdu. "Söylesene, ne yapabilirim? Ben hayatta yalnızlığa mahkûm olmuş biriyim. Yalnız geldim ve yalnız gideceğim. Bir anda karşıma çıktın ve hayatımı tersine çevirmeye çalışıyorsun. Bu zamana kadar hiçbir şey değişmedi. Senin gelmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Anlasana artık bunu." dediğinde sinirden yüzü kızardı ve kollarını yan tarafına doğru savurdu.

"Derdinin ne olduğunu anlatmıyorsun. Derdini bilmediğim sürece sana yardım edemem." dedim kırmızı yanaklarına kırgınlıkla bakarken. Ben de sinirlenmiştim. Bu kadarı da gerçekten fazlaydı.

"Yardım etmeni istemiyorum. Hayır kurumu musun sen? Neden bana yardım etmek istiyorsun?"

"Çünkü seni seviyorum." Gülümsedim ama onun yüzü ifadesizlikten kurtulmuştu ve bana değişik bir ifadeyle bakıyordu. "Öyle bakma," dedim gülümsemeye devam ederek. "Seni seviyorum, çiçekleri seviyorum. Bir kitabı nasıl seviyorsam seni de öyle seviyorum. İçinde iyilik bulunan her insanı seviyorum. İnsanın sevmek için sebebi olmaz. Sadece sever ve bunu kimse engelleyemez. Bazen bir tebessüm içini ısıtabilir, bir bakış hayatına anlam kazandırabilir. Hayır kurumu değilim. Ben sadece silik biri olmanı istemiyorum. Kabuklarına çekilmeni ve günden güne erimeni istemiyorum. Çünkü sana değer veriyorum."

"Hiçbir şey bilmiyorsun." Mırıltısını zar zor duyabilmiştim.

"Çünkü bilmeme izin vermiyorsun." dedim sessizce.

Hafifçe tebessüm etti. Gözlerinde puslu bulutlar saklıydı ve belki de yağmurlarını saklıyordu. Namjoon kalbime hiç acımıyordu.

"Sürekli gülümsüyorsun ve hep mutlusun. Benim yaşadıklarımı ve çektiğim sıkıntıları anlayamazsın. Sen mutlusun ama bana baksana, ben mutlu değilim. Üzgünüm, mutlu değilken mutluymuş gibi yapamam."

Namjoon'un kalbi acıyla mühürlüydü ve damarlarında keder akıyordu. Sebebini söylemiyordu, bu bile onu anlayamamam için bir sebepti.

"Namjoon," dedim ona biraz yaklaşarak. "İnsanların gülmesi mutlu olduğu anlamına gelmez. İnsanlar gülüyor diye mutlu değiller. İnsanlar umut edebildiği için mutlu. Tepemizde bulutlar var, güneş batar ama ay çıkar. Bitmez dediğimiz günler biter ve geçmez dediğimiz acılar geçer. Hayat önümüze her şeyi çıkarır. Düşeceğiz, ağlayacağız, yaralarımız kabuk bağlayacak ama yaşayacağız. İnsanız ve umut etmek için varız. Yaşamalıyız çünkü bir kelebek olacağız."

Dikkatle baktı gözlerime. Gözleri doluydu ve yanakları kırmızıydı. Neden bana derdini anlatmıyordu? Onu böyle görmek istemiyordum. Dünya dönüyordu, hayat bizi pençesine alıyordu. Kalbimiz kömür gibi kararmıştı, ruhumuz zifte bürünmüştü. Yaşam denen serüven insanı yoruyordu.

Namjoon aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi büyük adımlarıyla kapattı ve hiç beklemediğim bir şeyi yaptı. Bana sarılarak ağlamaya başladı ve omzum onun gözyaşlarıyla ıslandı. Şimdi kirpiklerinden damlıyordu yağmur taneleri.

Ellerim omzunda yerini aldı. Başı boyun girintimde kaldı. Elbisem ıslanırken sırtını okşamaya devam ettim. "Neden ölüyoruz, Sim Jung? Onun ölmesini istemiyordum."

Hançer gibi keskin ve pamuk gibi narin bu çocuğun söyledikleri beynime binlerce bıçağı sapladı. Vücudumu soğuk bir sızı kapladı.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
dreams of hope • kim namjoon ✔Where stories live. Discover now