Sergüzaşk Bölüm 1

9 0 0
                                    

Tülün aralıklarından süzülen ışık demeti, ayaklarına vurdu. Asılı aynadan yansıyan renkler aynı zamanda odayı ısıttı. Sızalı anca iki saat ya vardı ya yoktu. Gece boyunca ortalıkta dolanıp durmuştu. Ne kadar çabalasa da endişelerine çare olamamıştı. Çay üstüne çay, kahve üstüne kahve eklerse elbette dağılırdı. Bedeni pes ettiğinde kim bilir sabahın kaçıydı. Belki de uyur uyanıktı. İçinden dışına çıkamamak böyle bir şeydi herhalde.

Yavaşça açılan göz kapakları, nereye sığınacağına karar veremedi. Bilinci açıldıkça hafızasında uçuşan rüyasıyla uğraştı. En son hatırladığı ise ağaçlar arasından bilemediği bir yöne yürüdüğüydü. Ne güzel, ne huzur veren manzaraydı! Uçsuz bucaksız yeşilliklerde oturan Sonja ona gülümsüyordu. Keşke kalkmasaydı da yarım kalan düşünün sonunu getirebilseydi.

Duvardaki takvime bakarken öteleyemediği hakikatle yüzleşti. Dizlerine dek çıkan ışık oyunlarına, dudakları karşılık verdi: "Gidiyorum. Belki de dönmemek üzere."

Şehrin adımları kulağına uzandığında düşünceleri yön değiştirdi. İnsanlar birazdan okula, işe gidecek ya da dört gözle velinimetini bekleyecekti. Kimileri ise sıradan meşgalelerle vakit öldürecekti. Belki de yüz binlercesi, hayalini gerçeğe dönüştürebilecekti.

Hasan için bugünün anlamı belki de dönüm noktası sayılabilirdi. Karanlık bile çökmeden, binlerce kilometre uzaklarda olacaktı. İki elinin parmaklarını hırsla birbirine geçirip alnına atarken, " Ne yaparsın, kadermiş!"dedi.

Loş karanlıkla beraber evler, birer ikişer belirginleşti. Çıkan hafif esinti, mevsimin kokusunu sokağa yaydı. Gece lambaları söndükçe çıkmaz sokakta açılan kapı sayısı arttı. Ayak sesleri de eklendikçe muhteşem şehir herkesi bağrına basmaya hazırdı.

Güneş, kente çöken gri bulutları tek hamlede dağıttı. Tadı kaçan sonbahar, meydan okudu: "Kudretli ışığın var ama şansını fazla zorluyorsun. Sen de biliyorsun eninde sonunda kazanacağım. Doğanın kanunu benden yana."

Güneş ile bulutların sürtüşmesi gibi gitmek ya da kalmak arasında mücadele etmişti. Şu an kalkıp kararını değiştirdiğini söyleyebilirdi. Peki, ya pişmanlık duyarsa?

Gün ağarırken sokağın dördüncü sırasındaki bina, ana hatlarıyla ortaya çıktı. Bahçesindeki ıhlamur ağacı ona ayrıcalık katardı. Her ilkbahar başında ayrıntılı bakımı yapıldığına göre gelecek kaygısı taşımasına hiç gerek yoktu. Apartmanlara yenik düşen evlerin tersine karanfil çıkmazında hâlâ direniyordu.

Açık unuttuğu penceresi, güçlenen esintiyle birlikte gıcırdamaya başladı. Rüzgârın tülü havalandırmasıyla tabiatın renkleri odaya doldu. İçeriye dalan davetsiz misafir, dört duvarı kapladı. Yüzünde dans eden huzmeler rahatsız ettikçe huysuzlandı. Kafasını kaldırdı fakat gidip camı kapatmaya üşendi. Ayrıca gelen serinlik, yüreğini ferahlatıyordu.

Tekrar uyuyabilirse vücudunun kırıklığı belki hafifleyebilirdi. Yastığı kafasına çekti, yorganına gömüldü, gözlerini sıkı sıkıya kapadı ama bir türlü amacına ulaşamadı. Hatta taktik değiştirerek yüzden geriye doğru saydı: doksan dokuz, doksan sekiz, doksan altı.. Altmış yedi sayısına kadar gelince vazgeçti. Ne yaptıysa boşunaydı.

Üstelik kımıldadıkça tutulan kasları ağrıdı. Sonunda sıcacık yatağından çıkarak çektiği eziyetten kurtuldu. Yürürken sendelese de yatağın demirine tutundu. Akılsızlığına defalarca söylendi: "Tüh! Nerden de camı açık bırakmışım."

Yaklaşık on yedi senesi çıkmaz sokaktaki taş evde geçmişti. Üst kat tamamen ona aitti. Küçük mutfağı, ihtiyaçlarına fazlasıyla yetiyordu. Yatak odasına açılan terasa bayılırdı. Diğeri, çalışma amacıyla döşenmişti. Üçüncüsü de annesinin hatrına öylece bırakılmıştı.

Merdivenlerden aşağı kata indiğinde doğruca mutfağa yöneldi. Madem kalkmıştı, odada öylece beklemek anlamsız gelmişti. Kenti dinlemesi, huzursuzluğuna iyi gelebilirdi. Balkon kapısını dikkatlice açtı. Çıkar çıkmaz yüzünü yalayan sabah yeliyle ürperdi. Kenarına iliştiği sandalyeden etrafı kolaçan etti. İki katlı eve taşındıklarında kaç yaşındaydı acaba? Galiba okula başlayacaktı. Yerdeki taşlara gizlenmiş ayak izleri her şeyi ondan daha iyi bilirdi!

Gözleri, ıhlamur ağacına kaydı. Hoş kokusunu gayet net alabiliyordu. Dallarından yaptığı kalemle, toprağa az yazmamıştı. Çocukluk işte! Ağaca bakışıyla anıları sert dokunuşlar yaptı. Müstakil evi, gelişmeleri hissetmişti ya da ona öyle geliyordu. Burada yaşamamışcasına nasıl ayrılırdı! Merdivenleri darılmaz mıydı sonra? Uykusuzluğuna karşın erkenden uyanışını, hatıralarının ayaklanmasına bağladı.

Ekim ayına rağmen açık gökyüzü, yağışsız bir sabahı müjdeliyordu. Çoğu insan, doğan güneşin kıymetini bilmezdi. Sadece ekmek kavgasının başlangıcı olarak tanımlardı. Oysa ona göre nefesin ilk kıvılcımıydı.

Dakikalar ilerledikçe iki sokak alttaki ana cadde hareketlendi. Pazartesi demek, mücadelenin de başlaması demekti. Neyse ki gürültü, sıkıntı verecek kadar belirginleşmezdi. Araya karışan çocuk sayısına bakılırsa saat anca sekiz civarıydı. Artan arabalarla trafik hızlandı. Her zamanki gibi insanlar, gideceği yere varma telaşındaydı: Kimi vapura kimi servise.. Koca kalabalığın değişmeyen döngüsü böyleydi. Öyle ya, herkes aynı koşullarda doğmamıştı. Bazıları daha güzellik uykusundayken, milyonlarcası yollara düşmüştü. Beton rengin ağır bastığı sekiz milyonluk şehirde, bahçelerine vuran güneşle uyanmak büyük şanstı. Kendini mutlu hissetti.

Düşüncelerine dalıp gitmişken caddeden taşan, "Hemşerim, kornaya basıp durmasana. Açıldığında ilerleyeceğiz," sözleriyle, tebessüm etti. İşin ilginç tarafı, insanı bezdiren kargaşasını dahi arayacaktı. Uğruna savaş verdiği kentten vazgeçiyordu. Oysa varlığını hissetmek bile hayatına anlam katardı. Kalabalığıyla, tarihiyle, coğrafyasıyla böyle bir şehirdi burası. Biraz sadist biraz narsist biraz da sabır taşıydı.

Ruhunu, sessizce dinlediği kente benzetti. Onun gibi durmadan kendiyle kavga ediyordu. Aynı onun gibi de geçmişinin üzerine basarak yenileniyordu.

Ehlikeyif gönlü ise müstakil taş evi andırırdı. Girişteki sevgi, ikinci kattaki aşk ile müşterek yaşardı. Kavgasız gürültüsüz geçimlerinden doğrusu pek memnun kalırdı. 

SergüzaşkWhere stories live. Discover now