26.Bölüm: GERÇEKLER

1.2K 1K 133
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




26.Bölüm:"Birçok şey hayal etti kırıklarla bezenmiş ruhum. O kadar çok hayal kurdum ki artık yaşandığını varsaymaya başladı unutkan zihnim. Ve sanırım sevgilim, görmek için yıldızları kalbinde olmalı bir parça sevgi, ruhun ağlamalı akşamdan kalan rüzgarın kırdığı ekin bahçesinde..."

Düşünemeyecek kadar yorgunum Can. Direnemeyecek kadar vazgeçmiş ve korkusunu yenecek kadar umursamazım. Bir an önce ölmeyi bekleyecek kadar da zayıf bir ruha bürünmüşüm. Titrek çenem, kızaran gözlerim ve zihnimdeki hayalinle bir bütün olmaya ne kadar da alışmışım. Sensizlik beni bırakmayacaksa ben sessizliğin sonunu getirmek için kendimden vazgeçecek kadar mutsuzum. Çok değil bak hala parmağımda durmakta olan yüzük yanımda kalan son hatıra olmuş.

Karşımda duran Gizem gözlerimdeki yenilgiyi fark edecek kadar yakınken suratıma, çaresizliğimi üst boyutlara taşımaktan başka bir seçenek göremeyecek kadar kördüm. Sessizlik etrafımızı bir sis dumanı gibi sararken gökyüzünün "Dik dur!" der gibi yıldırımları yeryüzüne göndermesi irkilmemi sağlayan ve gözlerimi bir müddet açmamı amaçlayan tek unsurdu.

Cama vuran damlalar sabah var olan güneşin izini silmek için yıkıyordu çimenlere yerleştirilen zehirli tohumları. Ve ben bakışlarımı bulutu yoğunlaşmış gökyüzüne çevirdim.

Eğer beni izliyorsan "Gücümü kullanamayacak kadar bıkmış olduğumu anlayacağından karşında durmaktan çekinmiyorum. Ve eğer izlemiyorsan sesimi duyacak ve hislerimi tadacak kadar bağlı olduğumuzu düşünmeden edemiyorum. Ama sen bilirsin özgür kuşum, ben ölse de kuş, kafese hapsedilse de bedeni onu ait olduğu yere ulaştırmadan son nefesini almasına izin vermem. Beni öldürmek için içimdeki seni bitirmeleri gerekiyor ve sanırım bu da imkanları fazlasıyla zorlayacak..."

Zafere ulaşmış bakışlar 3 bedeni esiri altına alırken yenilgiyi hazmedemeyen ben ve adil oynanmayan oyun hırsıma ortak olmuştu. İlke'nin yüzüme doğru attığı kazak ve siyah şort sinirlerimin kat ve kat artmasını sağlamakla kalmayıp Çağatay'ın gülüşü o an yok olmamı istettirmişti.

Dayan dedim, bu günleri de atlatırsak hiç bilinmeyen bir yerde başlayacağın hayat hepsini unutturacak. Bu sefer dayanabilirsen yarın bugünü unutacak kadar güzel şeyler yaşamış olacaksın.

Hem Can seni bulur. O seni bulmak için gerekirse kendini kaybeder. Ama seni bulur. Korkma Irmak, yol yokuşsa koşmak gibi bir seçeneğin var...

Sessizliği bozup içimdeki yeni doğan kinin zehrini ortalığa akıttım. Çok değil dakikalar sonra kendime yaptığım bu saygısızlıkla beraber benliğimi lekelediğimi fark ettim. Ruhum, üzgünüm ama daha fazla ezilmesinler diye seni bir müddet ödün vermeliyim kalbimin incisinden. Ama meraklanma sakın, kaybetmek için nadir incimi onlara benzemem gerekmektedir. Ve ben onlara benzeyecek kadar tıkamam kulaklarımı.

Dudaklarımı etkisi altına alan zehir ne söylediğimi bildirmiyordu zihnime. Fakat duyuyordu kulaklarım. Engeller olsa da buluyordu yolunu yaralı serçe. Şimdi sus ve dinle. Çünkü bunlar eseridir tarihin...

"Fakat oyun denen kavramı farklı anlayacak kadar geride bir zekanız olduğunu düşünmemiştim." diyerek Gizem'e biraz daha yaklaştım.
"Oyun" dedim sesimin sert tonlarını kullanarak, o an gözlerim kararmış, kazananın ben olmaktan başka çare olmadığını düşünüyordum.

"Oyun, iki kişi arasında olmakla beraber hamleler karşılıklı yapılır. Siz üç kişisiniz. Bu demek oluyor ki üç kişi sadece benim gücüme denk geliyor. Oyunun sonunda görülen güçlü karakter benim sanırım."

Gözlerimi üzerlerinde gezdirdikten sonra konuşmayacaklarını anladım. Ve sözlerime devam etme kararı aldım.

"Ha küçük oyuncular, şunu da unutmayın. Henüz hamlemi yapmadım..."

Benden daha önce duyulmayan bir konuşma olsa da sonuç olarak hak etmişlerdi. Kendimi dahil ettiğim bu yaşam yarışında sondan başlamış olmam güçsüz olduğum anlamına gelmiyordu. Gizem birkaç dakika süren anlama dönemini tamamlayıp kaşlarını kaldırarak hafifçe gülümsedi.

"Irmak, tebrikler kimden öğrendin bu şekilde cümle kurmayı. İlk zamanlar yanımıza gelmeye çekinen kız şimdi karşımda bana meydan okuyor."

"Fark ettim ki sana okunan meydanlar, yanınıza gelmekten daha fazla zevk veriyor."

"Geri dönüşü olmayan yollara girecek kadar cesaretin var mı küçük kız?"

"Biri cesaret mi dedi? Hani şu yıkmanın ilk adımı olan kelime. Evet bebeğim o benim kanımda var."

Hiç olmadığı kadar büyük konuşuyordum ama bu söylediklerimin arkasında durmak söylemekten daha zordu. Evet bazı şeyler yaşandı, yaptığım hatalarla beraber üzerime oynanan oyunlar ve ruh halim boyumu aşacak kadar büyük sorunlar oluşturdu.

Ben korkusuzluğu tatmak istesem de kalbim kıs sesini diyordu. Ki sen yüksek sesle konuşanlara düşman olup hakikatin sessizlikte olduğunu savunurdun, ne farkın kalır ki onlardan.

Ve sonra anladım ki bu yaşamda iki şey benim sonumu getirecek nitelikte önemliymiş. Biri Can, diğeri kendime olan saygım. Ve şimdi ne yanımda Can var, ne de kendime gösterdiğim bir damla saygı. O halde bırak sıkıca tuttuğun ipleri, bugün miladıdır uçmanın...

Çağatay, Gizem'i kolundan tutarak kapıya doğru yöneltti. İlke arkalarında kalırken aklına bir şey gelmiş olacak ki adımlarını yavaşlatarak bana döndü.

Belki aralarından en çok ona güvenmiştim, belki kendime yakın görerek hayatıma dahil etmiştim. Sonra anladım asıl meselenin görünüşte olmadığını. "Sanmak" diye bir kelime vardır çoğumuzun lügatında. "Onu öyle sandım, arkadaşım sandım, yapmaz sandım..." Evet ben yıllarca kullandım bu kelimeyi. Ayrılmayız sandım. Ayıramazlar, mutlu oluruz sandım. Şu anı kazı zihnine Irmak. Bak tam şu an. Ve bundan sonra kimseyi dost sanma.

Birkaç saniye öyleye yüzüme baktı. Konuşmasını ve bu yaşananlara bir açıklık getirmesini bekliyordum. Duvara yaslandı ve bir kaç kelime döküldü dudaklarından.

"Çok şanslıydın. Hastaneden kaçtığımızda kafede otururken sevgilinle konuşmalarınızı okumuştum. Gerçekten neden bu kadar şanslı olduğunu düşünüyordum. Ama sonra devam eden bu şansının önünü kesmeye karar verdik. Bak tam üç kişi seni silmek için gelmişken gücümüz yetmiyor. Ama sen tek bir sözünle üçümüzün nefesini kestin. İlk ve son kez duyacaksın bunu. Ben hep senin yerinde olmak istedim."

"Ama asla olamadın. Çünkü ben birine benzemek yerine özgün olmayı seçerim. Ve sen hep başkasının kopyasısın." dediğimde sert bakışları son kez beni süzerek odadan çıktı.

Yüzüme doğru fırlatılan kazak ve şortu giyip camın kenarına geçtim. Evren kimsesizliğimi gözler önüne sermişken bir kez daha, benim yerimde olmak isteyen insanların varlığından habersizdim. Açık konuşmak gerekirse güçlü olsam da korkak ve savunmasız hissederdim. Sürekli ağlamaklı bakan gözlerim, zayıf bir ruhum olduğunu düşündürürdü. Oysa çıkan fırtınaları bile dindirebilirdi zihnim. Yaşanan onca şey rastlamak içinmiş ona. Ve binlerce darbe yiyebilirim kavuşmak için varlığına. Bak şimdi maviliğiyle süslenmiş gökyüzü. Yüzyıllar sürecek yaşam savaşına ortak olmuş bir bebek, ve karanlıkta kalacak bir çocuğun tedirginliği var üzerimde. Şimdi kapalı gözlerimin ardından bile görebiliyorum seni. Çünkü değmese de ellerin ellerime, kanat çırpışların değiyor zihnimin her köşesine...

"Sevgilim dışarıda binlerce manzara karışırken birbirine ben hâlâ bu odanın içerisinde yazacağım sana birkaç satır. Ve sen benim mısralarımda bulacaksın görmediğimiz denizin anlamını..." 

Bulutların ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin