"Bir gün," Kelimelerin sivri ucu dilimi paramparça etti. "Bir gün kral olmak ister miydin?"

Bu soru onu tökezletti. Böyle bir soruyu beklemediğini alaşağı edilmiş hâlinden rahatlıkla anlayabiliyordum. Üzerinden saniyeler geçti. Belki saydığımdan da fazla saniyeler. Neden cevap vermiyordu? Neden durmuştu öylece? Dalmış gibi duruyordu.

Parmaklarım korkarak titrediğinde gömleğin üzerinden tenine dokundum. Dokunuşumla daldığı köşeden sıyrıldığında "Cevap vermedin." diye mırıldandım.

Yutkundu. "Hayır." dedi. "Kral olmak istemezdim."

O, şu an verdiği cevaptan gayet emin duruyordu fakat ben de bir şeyden emin olmuştum. Kendini kandırıyordu. Bunca zamandır kendini kandırıyordu. Kendini kandırdığı gibi beni de kandırmak istiyordu fakat hayır, ben artık yalanların kulaklarımı sağır etmesine alışkındım. Buna kanmamıştım.

O, yıllardır ağırlığı altında ezildiği gerçeğin yükünü bu şekilde hafifletmek istiyordu. Kral olmak istemezdim, diyordu çünkü olduğu benlikten sıyrılıp kardeşlerine karşı beslediği sevgiye böylelikle ihanet etmeyeceğini düşünüyordu. Yanılıyordu. Kendini kandırıyordu.

Asıl ihanette bu değil miydi zaten? Dilinin söylediğiyle kalbinin uyuşmaması. Dilin büyük bir yalanla dolanırken kalbinin intihar etmesi... İyiyim derken cellatının kalbinin yanında öylece beklemesi.

"Sevindim." diye fısıldadım. "Bir tacın ağırlığı altında ezilmek istemezdim."

Bana baktı ve zorlukla gülümsedi. Zihnim çığlık çığlığa yalancı diyordu. Kendini kandırıyorsun yalnızca.

Peki kendini kandıran yalnızca Jungkook muydu yoksa buna ben de dahil miydim? İşte bu da benim ihanetimdi.

"Yoongi hyungun neyin peşinde olduğunu bulmak istiyorum." dedi. Elbette bulmak istiyordu. Yıllarca böyle korku içerisinde yaşayamazdı. "Bu fikirden bile korkuyorum ama..."

"Sadece hareketlerimize biraz daha çeki düzen vermeliyiz."

"Annem gibi konuşuyorsun." dedi Jungkook alayla karışık güldüğünde. "Seni de gittikçe kendine benzetiyor."

"Bundan hoşlanmadın mı?" Kaşlarımı kaldırarak sorduğumda kafasını iki yana salladı. "Hayır, öyle değil. Sadece..."

"Sadece, ne?"

"Sadece eskiden olduğum oğlanı özlüyorum. Üzerinden yıl bile geçmeden dönüştüğüm bu adamın kasvetinden sıyrılmak istiyorum." Ben de, demek istemiştim. Ben de eskiden hayat enerjisiyle dolup taşan o küçük kız olmayı çok isterdim.

Sessiz kaldım. Kendi kasveti altında ezilip büzülürken bir de benimkiyle uğraşsın istemedim.

Odanın kapısı tıklandığında içeriye bir nöbetçi girdi. "Efendim, Kral sizi harita odasına çağırıyor. Acil bir görüşmeymiş."

Jungkook hızla yataktan doğrulduğunda kafa salladı ve nöbetçi selam vererek odadan ayrıldı. Kaşlarımı çatarak Jungkook'un üzerine ceketini giymesini izlerken "Sorun ne?" diye sordum. Jungkook, o an tüm bu tedirginliğin içinde varlığımı unutmuş gibi irkildi. Sonra yüzünde tereddütlü, korkak bir ifade yer edindi.

"Bir sorun yoktur." dedi. "Biliyorsun, ara sıra isyanlar çıkıyor."

"Ama acil bir görüşme dedi?"

"Sen bunu dert etme." dedi ve ceketini düzelttikten sonra yatakta hızlıca eğilerek dudaklarını alnıma bastırdı. "Güzelce dinlen olur mu? Geleceğim birazdan yanına." Ona bir şey söylememi bile beklemeden odadan ayrıldığında alayla gözlerimi devirdim. Kesinlikle bir sorun yoktu canım! Yoksa ne bu tedirginlik?

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now