"Eee, söyle bakalım. Hediye işini hallettin mi?"

ne hediye işi?

Birkaç saniye Niall'ın suratına bomboş gözlerle baktım. En sonunda da dört köşeli jeton anca düşünce cevap verebildim.

"Hee, hallettim ben onu. Sadece zamanı bekliyorum."

"İyi bari." Aslında kestirip atmak istiyor gibi durmuyordu fakat sohbeti daha fazla ilerletemeyeceğini düşündü ve okuduğu kitaba geri döndü. Ben de tüm dikkatimi vererek önümdeki kimya defterini aklıma geçirmeye çalıştım. En azından elimden geldiğince denemeye çalıştım diyelim.

Kütüphanede ortalama yarım saat daha vakit geçirdikten sonra ablama ev işlerinde yardım edeceğime dair Niall'a yalan söyledim ve çıktım.

Açıkçası ona yalan söylemeyi hiç istemiyordum fakat tek başıma biraz düşünebilmek için zamana ihtiyacım vardı. Ve nedense bunu bir haftadır yapamamıştım işte. Şu an eve gitmeye de niyetli değildim, ama gidecek başka bir yerim de yoktu. Ayaklarım sanki beni diri diri toprağa gömmek istiyormuşcasına beni sürüklüyordu, o kadar.

Ne düşündüğümü veya ne düşünmek istediğimi bilemiyordum. Uzun zamandır böyleydim, anlayacağınız alışıldık bir his. O gün Louis'nin evinde, gardırobun içinde olanlar hakkında en ufak bir fikir aklıma gelmiyordu ama aynı sahneler resmen beynimin içine çiviyle çakılmıştı.

Yaklaşık beş dakikalık bir yürüyüşün sonunda kendimi sadece dalgaların kayalıklara vuran sesinin yankılandığı sahile bulmuştum. Kayalıkların üzerine çıkarak geçenlerde Belle ile oturduğumuz yere gidip oturdum. 

Uzun bir süredir ondan hoşlanıyordum. Belle'den. İlk öpücüğümün de hep o olmasını istemiştim. Sonrasındaysa ne olduğunu biliyorsunuz işte...

Ama çıkıp Louis'ye bu olanlar için kızamazdım. Bir şey söyleyemezdim suratına. Hatta onu görsem, ne diyeceğimi bile bilemezdim ki. O gün olanların onun için bir önemi olup olmadığını bilmiyordum. Fakat benim kafam, daha kendi düşüncelerimin ne olduğunun ayırdına varamayacağım kadar karışmıştı. 

Ne hissedeceğimi de bilmiyordum ki. Öfke mi? Sinirlenmeli miydim o gün beni öptüğü için? Sinirlensem bile buna hakkım olmazdı. Çünkü ben de ona karşılık vermiştim, onu geri öpmüştüm. Daha sonrasında ne olacağını düşünmeden onu öpmüştüm. Yıllardır ilk öpücüğümün Belle olmasını isterken.

Deniz suyunun tuzlu kokusu burnuma dolarken kendi kendime dürüstçe ne yapmak istediğimi sordum. Ama aptal gibi kendimin cevap vermesini beklerken yüzümde yine o tanıdık gözler belirdi.

Louis'nin gözleri.

Hiç düşünmeden ayağa kalktım. Adımlarım koşarcasına beni ona taşıyordu. Ne diyeceğimi veya ona nasıl bakacağımı bilmiyordum. Sadece şu an, şu an onu görmek istiyordum. 

Sadece anlık bir arzu.

Ne yaptığını bilmek, neden bu hafta okula bile gelmediğini öğrenmek istiyordum. 

Ve nedensiz bir şekilde, gelmemesinin sebebinin ben olmamı umuyordum. 

Elimde değildi. 

Bilerek istememiştim böyle hissetmeyi, ya da onu görmek istemeyi.

Dedim ya işte sadece anlık bir şeydi.

Nefes nefese kalmışken bahçe ışıkları yanan evin hemen yanındaki evin duvarına yasladım sırtımı. 

Oradaydı işte. Biriyle konuşuyordu ama konuştuğu kişiyi göremiyordum, sırtı dönüktü. Hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı, belki de kavga ediyorlardır diye düşündüm. En sonunda konuştuğu kişi ayrılmak için arkasını dönmüştü ki Louis onu kolundan tutup geri önüne dönmesini sağladı.

"Maria" Dedim mırıldanarak. Louis de bir şeyler söyleniyordu fakat ne dediğini burdan duyamıyordum. Ve Louis'nin Maria'nın kolunu bırakmasıyla Maria... Maria onu öptü.

Ve şimdi, Louis sadece bir hafta önce beni öptüğü dudaklarıyla bugün bir başkasının dudaklarına dokunuyordu.

Ne düşenerek gelmiştim ki zaten buraya? Niye gelmiştim?

Louis'nin beni görünce dayanamayıp boynuma atlayacağını falan mı sanmıştım sanki?

Aptal Harry. 

Burada olmamam gerekiyordu. Ve o gün Louis'ye karşı, şişenin diğer ucunun göstermesi gereken kişi ben değildim, Maria'ydı.

Böyle olması gerekiyordu. Çünkü Louis'yi öpmek veya onun hakkında düşünmek... Baştan beri benim için doğru değildi.

Ben Belle'yi seviyordum, o kadar.

O gün Louis ile aramızda olanlar... hepsi bir hatadan ibaretti. Hata.

Bir daha arkama dönmeden tüm gücümle koşmaya başladım. Sadece eve gidip uyumak istiyordum, O kadar.

Tek umduğum oraya geldiğimi görmemeleriydi. Louis de okula geldikten sonra yüzüne bakmayacaktım, ki bakamazdım da zaten. Ve gecikmeden bir yolunu da bulup Belle'ye açılacaktım. Ben onu seviyordum. Ben Belle'yi seviyorum. Louis umrumda bile değil.

Cebimde titreyen telefonla beraber adımlarımı yavaşlardım ve nefes nefese olduğum yerde kaldırımın üzerine oturdum.

Ablam 👹☠🤡 kişisi arıyor.

"Alo?" Elimle başımı kaşıyıp cevap vermesini bekledim. "Nerdesin?" Sesi aşırı sıkıntılı çıkmıştı. "Eve geliyorum da sana ne oldu? Sesin iyi gelmiyor."

Telefondan seslice nefes alıp verişi dinledikten sonra aynı ses tonuyla tekrardan konuşmaya başladı. "O geldi." Kaşlarımı çattım. "Ne? Kim geldi? Nereye geldi?"

"Geri döndü. Babam. Yani babamız. O geri döndü Harry. Burada, evde."

Ne?




Cԋɾιʂƚɱαʂ Gιϝƚ ☆ Larry StylinsonWhere stories live. Discover now