spoiler [special chapter]

En başından başla
                                    

Jinyoung, "Hayır, olmaz!" dedi. "O benim en sevdiğim topum, lütfen bulalım noona..." dediğinde derin bir nefes verdim ve geçtiğimiz ağaçların altına bakmaya başladım. Birkaç dakikalık ilerleyişin ardından, ilerideki büyük ağacın altındaki topu gördüm.

Aslına bakarsanız topa o kadar da sert vurmamıştım, bu kadar ilerlemesinin akıl kârı bir yanı yoktu.

Kaşlarımı çattım ve Jinyoung'u hafifçe eteklerime doğru çektim.

"Kim var orada?" diye seslendiğimde aldığım geri dönüt uçuşan kargaların ciyaklaması oldu. Kargalar, anladığım kadarıyla bir ağacın dalından uçmuşlardı ve bu da onları ürküten bir şeylerin olduğu anlamına geliyordu. "Kim var orada, dedim!"

Sesim tekrar ormanda yankılandığında anlamsızca beni izleyen Jinyoung'un yüzünü saran korkuyu gördüm. "Ne oluyor, noona?"

Ona hafifçe gülümsedim ve "Bir şey olduğu yok," dedim. "Biri var zannetmiştim ama baksana kimsecikler yokmuş."

Jinyoung onu telkin etmemle hafifçe gülümsedi. "Topum çok da önemli değil, noona. Hadi geri dönelim." Kafamla onu onayladım ve geldiğimiz istikamete doğru ilerlemeye başladık. Belki de kuruntu yapıyordum. Leydi Mina geçtiğimiz haftalarda beni sıkça uyarmıştı. Sadece o da değildi, Jungkook da bana sürekli yalnız gezmemem ile ilgili uyarılar yapıyordu ve anlaşılan onun korkusu içime düşmüştü.

Derin bir nefes verip ilerlemeye başladığımızda arkadan gelen yaprak hışırtıları ile duraksadım. Benim durmam ile duran Jinyoung, bana tekrar tereddütle baktı. Arkamızda biri var gibi de hissediyordum fakat olmaya da bilirdi, emin değildim. Belki rüzgâr yapmıştır diyecektim velâkin hava güllük gülistanlıktı.

"Sen dümdüz ilerle Jinyoung-ah, ben sana yetişeceğim."

"Ama noona..." dediğinde hafifçe gülümsedim. "Yalnız gitmekten korktuğunu düşüneceğim."

"Hayır, noona." dedi öfkeyle. "Korkmuyorum. Bak şimdi göreceksin!" deyip sinirle ilerlemeye başladı. Eğer arkamda biri varsa onun Jinyoung'un ya da Yugyeom'un peşinde olduğunu düşünmüyordum. Eğer öyle olsaydı kaç saattir oynadıkları bu alana illaki çekilirlerdi.

Jinyoung'un gözden kaybolduğunu gördüğümde yerimde kasıldım. Cesur davranıp tekrar birinin olup olmadığını haykırmak istiyordum fakat alacağım cevaptan oldukça korkuyordum. Yine de onca zamandır buradaydım eğer bir şey yaptıysa şimdiye kadar yapardı, düşüncesiyle arkamı döndüm. Gördüğüm boşlukla sağ ve sol tarafları da kontrol ettim.

"Orada kim varsa, çıksın ortaya!"

Sesim ormanda yankılanıp tekrar bana döndü. Gördüğüm boşluktan da korkmaya başlamıştım artık. Parmaklarımın hafifçe titrediğini gördüğümde kesik bir soluk verdim.

"Çık artık ortaya!" Sesim tekrardan ormanda yankılanıp bana doğru döndüğünde sarayın olduğu taraftan gelen bağrışları duydum. İlk başta boş gürültüler gibi geldi fakat birkaç saniye sonra adımın duyulduğuna emin oldum.

Ben birkaç adım ilerlediğimde uzaktan Jungkook ve arkasındaki prensleri gördüm. Jungkook ile kesişen bakışlarımızın ardından gelen yüzündeki rahatlamayı gördüm. O, birkaç büyük adımda aramızdaki mesafeyi kapatıp kollarını etrafıma doladığında az önce hissettiğim gerilimin ardından gelen büyük bir rahatlamayla çevreme dolanan kollarına karşılık verdim.

"Ne diye ormana tek başına giriyorsun?" Kızgın çıkan sesine karşılık ne diyeceğimi bilemediğimden dudaklarımı dişledim ve omzunun üzerinden bize bakan Taehyung ile göz göze geldim. Taehyung bana göz kırptığında ona hafif bir tebessümle karşılık verdim. İstisnasız Jungkook ile her yan yana geldiğimizde Taehyung bizi utandırmadan asla durmuyordu. Gerçekten yaramaz bir çocuktan farksızdı.

a queen and her tearsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin