KARANFİL KOKUYOR SİGARAM

462 48 361
                                    

MEDYA İLE OKUYUN 🚬

▪︎

Tam 1 hafta geçmişti.

Önüne diz çökeli, önce parmaklarını, avuçlarını, sonra sonra hüngür hüngür yüzünü, saçlarını öpeli tamı tamına 1 hafta geçmişti.

Beni öpüp zamansız bir ayrılık bırakmıştı aramıza. Hoş onun gözünde aramız diye bir olgu var mıydı ondan bile pek emin değildim. Duyduğuma göre o geceden iki gün sonra, kasaba da aldığı özel dersler nedeniyle orada bulunması icap etmesi gerekmişti. Bu bir hafta, Afganistan da geçirdiğim bir yıla bedeldi. En azından orada onun hayaliyle yaşar, onun hayaliyle ve ruhunun güzelliğiyle nefes alırdım. Fakat şimdi koca bir döküntüden başka bir şey bırakmamıştı ellerime.

Bilir miydi acaba ona canım benim dediğimde, içimden canımın ona koştuğunu duyduğumu.

Onu sevmek bir yarayı sürekli kaşımaktı. O yarayı sıcak bir suya daldırmak, ardından da etini lime lime sıyırmaktı. Sevgi bu muydu? Sonsuza kadar ne kadar acırsa, kanarsa kanasın katlanmakmıydı?

Düşünürdüm. Sürekli düşünür, ne zaman birileri beni yalnız bıraksa, göğsüme çektiğim nefesi kor bir alev gibi harlayacak kadar düşünürdüm.

Gökyüzünü düşünürdüm. Maviye maviye çalan gözlerini.. Bazen de hafif denizin mavisini. Jungkook'u da düşünürdüm. Ama ondan daha çok düşündüğüm bir şey daha vardı.

Kuşlar.

Bir de kuşlar var. Her şeyin başı onlar. Onlar koyuyor insanın kafasına özgürlüğü. Öyle bir süzülüyorlar ki, yakalayamıyoruz gözlerimizle onları. Öyle bir çakılıyorlar ki kimse umursayamıyor bile..

Öylesine hülyalı, kutsal ve uzaktı ki benden.. Sanki Tanrı'nın bir köşesinde yetiştirdiği ve günahkarların dokunmaya korktuğu bir melek gibiydi.

Mutluydum. İçim ne kadar, en içime batsa da mutluydum. Ne kadar kendime ihtiyacım olsada, kendimi başkasında bırakmıştım. Kuşumun kanatlarında bırakmıştım ben atan yüreğimi de, nefesimi de.

Bir kaç küçük topuk tıkırtısı kulaklarıma doluştuğunda, beyaz bir meleği andıran ufak kızım dizlerime oturdu. Yanaklarıma kendinden daha ufak bir buseyi bıraktıktan sonra kızgın kaşlarını daha da çatarak "Saçlarımı Madam Sofia çok acıttı babacığım.. Siz örer misiniz onları?" Söylediklerine minik bir kıkırtı ile karşılık verdikten sonra eteklerini çekiştire çekiştire evin yardımcısı yanımıza gelmişti.

Bozuk bir Norveç aksanı vardı. O yüzden kelimeler ağzında yuva yapıyordu.

-Ah küçük hanım! Nerelere kayboldunuz öyle-

Dizlerime oturan Arisaya çatık kaşlarını çattığı sırada, suratımı görür görmez saygılı bir ifadeyle başını eğdi. Kızıma kalkan kaşları, aniden düz bir patikayı andırırken tekrar konuşmaya başladı.

-Babacığınız nereden bilsin örgü örmeyi. Lütfen yanıma gelin küçük hanım-

Arisa bir çırpıda kucağımdan inerek elleri belinde, küçük ayaklarıyla Fransız işçiliğinin en nadide bir gözle görüldüğü halının üzerinde adımladı. Sarı ve karışık saçlarına aldırmadan çenesini kaldırarak konuşmaya başladı.

Sahiden de kime çekmişti bu? Hiç susmuyordu. Çok konuşuyordu, çok ağlıyordu.

-Babam sizden daha güzel örüyor bir kere! Siz saçlarımı acıtıyorsunuz ve ağrıtı-

-Ahh ne ayıp ama! Ne kadar kırıcı kelimeler bunlar-

Liam birden şen kahkahası ile içeriye girince omuzlarımı dostane bir tavırla yumrukladıktan sonra Arisa ve yardımcının benim için girdiği tartışmayı izlemeye başladı.

DARİA ☆ KOOKMİNOn viuen les histories. Descobreix ara