II| forgotten even by god

2.9K 246 108
                                    

O olaydan sonra kaç gün geçtiğini saymamış ve bugüne dek evimden dışarıya adım atmamıştım. Korkunç hissediyorum. Adını bile bilmediğim o adam kollarımda son nefesini verdiğinde sanki uzun zamandır tanıdığım birisini kaybetmiş gibi bir duygu olaydan beri peşimi bırakmamıştı. Kimdi o? Onu tanıyor muydum?

Polis geldiğinde orada olan her şeyi anlattım. Bedenini götürmüşlerdi. Ve en garibi ise onunla ilgili hiçbir bilgi bulunamamıştı. DNA' sına ait herhangi bir bilgi ya da kimliği... Hiçbir şey yok. Bir hayalet gibiydi. Ansızın karşıma çıkmış ve sonra da yok olmuştu.

Yaşadığım bu yıkım yüzünden işe gidemiyordum. Eddy anlayışla karşılasa da dün beni ziyaret ettiğinde artık toparlanmam gerektiğinden bahsetmişti. İşe geri dönmeliymişim. Üstelik tam da bana göre bir haber bulmuş. Ona köpekler hakkında daha fazla bir şeyler yazmak istemediğimi söyleyince ise bana karşı çıktı.

Yakın kaynaklarından duyduğuna göre Brighton kentinin kırsal kesimlerinde insanlar kayboluyordu. Ben de bunu araştırmalıymışım.

Eddy' nin beni Londra' nın boğuculuğundan uzaklaştırarak bana bir amaç vermeye çalıştığını bilsem de bu haberi kabul ettim. Çünkü takip edilme hissinden artık kurtulmak istiyordum. Belki de kırsal yaşam bana iyi gelir ve kısa sürede toparlanırdım.

Hazırlıklar tamamlandığında eski Mercedes ile Brighton' a doğru yola çıktım. Trafiğin de etkisiyle yaklaşık iki saat sürmüştü. Ama kentin merkezinden kırsal bölgelere ilerledikçe yollar da bununla beraber tenhalaşmıştı.

Eddy benim için, yaşlı ve sevecen bir kadının sahip olduğu pansiyondan oda ayırtmıştı. Küçük pansiyona vardığımda uzun zamandır buraya kimse gelmiyormuş gibi yaşlı kadın beni büyük bir ilgiyle karşıladı. Kıvırcık kısa saçları ve çelimsiz bedenine giydiği renkli kıyafetler ile çok sevimli göründüğünü düşünmüştüm. Bana pansiyon ve yemek saatleri ile ilgili bilgileri verdikten sonra odama kadar eşlik etmiş, ardından beni yalnız bırakmıştı.

Yaptığım ilk şey üzerimdekileri hızla çıkararak bir duş almak oldu. O aklımdaydı. O adam. Onu asla aklımdan çıkaramıyordum. Siyah saçlarını, sokak lambasından gelen ışıkla parlayan ela gözlerini, güçlü elinin sıcaklığını... Keşke ilk başta adını sorabilseydim. Belki bir şekilde onunla ilgili bir şeyler bulurdum. Kimse yirmi birinci yüzyılda hayalet olamazdı.

Duştan sonra giyinip diğer birkaç parça kıyafetimi köşedeki gömme dolabın içine yerleştirdim. Dizüstü bilgisayarımı, fotoğraf makinemi ve not defterlerimi ise pencerenin önündeki küçük çalışma masasına bırakmış ve sonra da biraz uyumuştum.

Akşama doğru uyanıp yemek için odadan çıktığımda ortak kullanılan aşağı kata indim. Yemek buradaki geniş masada yeniliyordu. Ancak masada yalnızca iki tabak vardı.

"Başka kimse yok mu?" diye sormuştum Bayan White' a.

Mavi gözlerinde derin bir hüzün oluştu. "Keşke olsaydı. Buraya uzun zamandır kimse gelmiyor."

"Neden? Burası çok tatlı bir yer." Üstelik temiz ve güvenilirdi. Gayet hoş.

Bayan White tabaklarımıza servis yaparken "Söylentileri biliyorsundur." dedi iç geçirerek. "İnsanlar kayboluyor. Bu yüzden kimse gelmiyor ve kasabadaki çoğu insan da burayı terk etmeye başladı."

Gazetecilikten gelen merakım midemi kemirdi. "Siz korkmuyor musunuz?"

"Elbette korkuyorum. Korku insana birçok şey yaptırabilir. Ama ben pansiyonumu bırakmayacağım. Burası çok uzun zamandır aileme ait."

Yüzyıllar öncesinden kalma olduğu zaten belliydi. Her şey, normalinden çok eski ve insanı geçmişte hissettiriyordu.

"Korkmanıza rağmen kaçmamanız sizin cesur olduğunuzu gösterir."

the reaper • zmDonde viven las historias. Descúbrelo ahora