26. Bölüm

23.7K 1K 532
                                    

SINIR 220 VOTE, 250 YORUM.

Derin kalp sancısı gibi nükseden ani değişim yüzündeki buruk ifadeyi silip atmaya yetemeyecek kadar kırgındı. Koparılan bir papatya ne kadar yaşayabilirse vazoda onun mutluluğu da mutsuzluğuda tıpkı o vazodaki çiçeğin yaşama olan tutunuşuna benziyordu. Seyreltilmiş bir tebessüm oturtmaya çalıştı yüzüne:

"Bugün beni çok kırdın biliyor musun?"

Her zaman belli kalıpların içinde büyütülmüş ve bundan başkasını tatmamış bedeni yer yer kabalaşarak içindeki canavarı serbest bırakıyordu:

"Biliyorum" dedi kendinden nefret eden bir tonlamayla: "Seni evde göremeyince öldüm sandım." Kızıl tonlardaki yumuşak kumaşlı, ip askılı geceliğin içinde yatan kadının tazecik, süt gibi gözüken bacağına dokundu: "Beni yine koyup gittin sandım." Diz kapağının üzerinde biten geceliği biraz daha yukarılara çırdı. Gördüğü görüntünün bütünü onu öyle çok etkiliyorduki uzun sarı saçlarının etrafa sanat eseri gibi yayılması, ince askıların uzun fakat, büstiyerin ufacık gözükmesi, sırtında yalnızca çarpaz iki ipin gözükmesi ve bel oyuntusu, düzgün bir ahenkle inen bacakları ve ufak ayaklarını süsleyen parmakları... Tüm bu görüntü ruhundaki azgın aslanları kafesinden salmasına ve kendi halinde zıplaşıp duran ceylanı tam boğazından yakalamasını istiyordu:

"Sana kızgınım Mardinli, iyigeceler."

Açılmış olan yatak örtüsünü kendisine çekip sırtını dönüp yattı. Süleyman yüzündeki gülümsemeyle örtülmüş olan yorganı yeniden açtı. Yorganın kalkmasıyla beraber sırtının tüm güzelliği bel oyuntusuna dek şalale misali itinayla iniyor, belindeki iki gamze Süleyman'ı içine çekiyordu. İlk defa fark ettiği gamzelerin üzerinde elini gezdirdi, doyamadığı için dudaklarını değdirip bir kaç buse kondurdu:

"Sen bu kadar güzelken dokunamamak nasıl bir şey anlayamazsın?"

"Yoo, gayet anlıyorum ama kızgınım. Seni bedenimle ödüllendirip, bedenimle cezalandırmak istemiyorum."

"Ama cezalandırıyorsun. Normalde olsa sende beni isterdin, ama şu an ceza veriyorsun bana."

Açıkta kalan bacakları birbirinin üzerine düşmüş, ince bilekleri kalemle çizilmiş gibi kusur barındırmayan bir ahenkle ufak ayaklarına bağlanmıştı, derisi öyle hassas ve taze duruyorduki teninin altında duran onu hayata bağlayan damarlar muntazam bir işçilikle fark ediliyordu. Elini Asya'nın sol ayağına atıp yüzeyinden bileklerine dek yutkunarak dokundu. Sevişmeye susayan arzuları çoktan harekete geçtiğinden ayak bileğini avucunun içine alıp dudaklarına götürdü. Hala kendisine dönmeyen Asya'ya inat eder gibi bir eliyle diğer bacağına dokunmaya devam ediyordu:

"Çok mu yoruldun bugün?"

Gözlerini milim açmadan yalnızca başını salladı. İki elini sağ yanağının altına almış tıpkı yeni doğan bir bebek masumiyetinde yatmaya devam ediyordu. Sol ayağında hissettiği baskıyla gözlerini açtı ve Süleyman'ın biraz evvel öptüğü yeri bu defa ısırırken buldu. Canını yakacak bir baskı yoktu fakat ilk kez bu kadar cesur haline denk geliyordu bu adamın.

"Isırdın ama."

"Gözlerini aç diye."

"Bu senin için haklı bir neden mi?"

"Haklılık haksızlık mı tartışalım." Elinde hala tuttuğu ayağın ısırdığı yerine bir buse kondurup naifçe diğerinin üzerine bıraktı: "Bugün beni çok mutlu ettin. Sen çağırmışsın Elvan'ları."

Yattığı yerden kalkıp sırtını yatak başlığına verdi: "Sabah ayıp oldu paldır küldür gidip gelmemiz." Ellerini dizlerinin üzerine bıktığında seyre dalınması gereken bir manzaraya bürünmüştü, kırışan keten nevresin takımının üzerinde oturuyor oluşu, iki göğsünün arasında kalan boşluk, sol omzundaki askının koluna düşmesi ve sol göğsünün büyük bir kısmının açıkta oluşu muntazam bir festival gibiydi: "Akılları kalmasın istedim."

KAMBUR  [Tamamlandı]Where stories live. Discover now