19.Bölüm

22.3K 1K 282
                                    

"Sana hala çok öfkeliyim ama şu an sarılacağım ve bu seni affettiğim anlamına gelmiyor." Kollarını kendisine saran adama sarıp kafasını göğsüne yasladı. Bedenlerini sarmalayan soğuk, iliklerine işleyen şehvet, kokuların cazibeli ahengi birbirlerini daha fazla arzulamalarına neden oluyordu. Ellerini Süleyman'ın göğsünün üzerine getirip ıslanan gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Her bir düğmede temas eden tenleri ateşe tutulan çıra gibi alev almaya müsaitti. Gömleğin düğmelerini açtıktan sonra kollarından tutup çıkarttı:

"Bir yanım hala seni affetmedi ve deliler gibi boşanmak istiyor."

"He gülüm he, boşanırız. Benim seninle boşanmam için balığın kavağa çıkmasını beklememiz gerek."

"Bana bir daha böyle bir şey yaşatma Mardinli, ben sana hep şeffafım, yalanım yok, seninde bana olmasın lütfen."

Aralarında konuşulmamış daha önemli bir konu vardı aslında ve Süleyman bunu söylemeyi akıl edemeyecek kadar hülyalara dalmıştı. Bakışlarındaki coskun deniz önüne katılan her gemiyi alabora edebilir, her balıkçıyada kudretli bir sığınak olabilirdi. Çamura bulanan duyguların karmaşası iç içe geçmişti bile:

"Hadi üzerine bir şeyler giyip gel ben aşağıya iniyorum."

Yanından geçip giden karısının kolunu tutup kendisine bakmasını sağladı:

"Ne güzel çıkartıyordun üzerimdekileri devam etseydin ya."

Bir kaç adım atıp önünde durdu. Ellerini Asya'nın yüzüne götürüp alnından bir kez öptü. Bakışları keskin bir bıçak gibi kesildiğinde aynı tutkuyla dudakları birbirini buldu. Temas eden dudakları birbirlerine ilk dokunduklarında ikisininde buzdan farksızdı tenleri. Süleyman aylardır yanıp kül olan bedenine daha fazla direnemediğinden karısını yavaş yavaş yatağa çekmeye başladı. Aslında o anlarda bedenlerini ele geçiren duygu şehvetin en koyu tonuydu. Pekte nazik olmayan hareketlerle karısını öperken dişlerini gitgide kızaran dudaklara geçirdiğinin farkında değildi. Asya'nın yatağa oturmasını sağladıktan sonra koltuk altlarından tutup yatağın orta kısmına geçirdi ve hiç tereddüt etmeden yeniden dudaklarını birleştirdiler. Soluk alıp verişleri odayı tiz ve cansız bir şekilde dolduruyordu. İkisininde inip kalkan göğüs kafesleri, ikisininde delice arzuyla yanan bedenleri bir an duraksadı. Birbirlerinin saçlarına geçirdikleri elleri nemlenen saçlarda dolaşırken Süleyman dudaklarını karısından çekip: "Birazdan bir şey yapacağım ve istemiyorsan hemen söyle gülüm" dedikten sonra yavaş yavaş öpmeye devam etti. Bir taraftandan karısının sırtını yatakla buluşturmaya, aynı zamanda da kendi bedenini karısının üzerine bırakmaya başladı. Biraz evvelki hoyratlıktan eser kalmamıştı haraketlerinde, aksine kırılacak bir nesneye dokunur gibiydi. En sonunda başınıda yatağa koyduğunda hiç acele etmeden ağır hareketlerle kendi bedenini karısın bedeninin üzerine bir çarşaf gibi örttü. Ellerini bir an olsun birbirlerinden çekmeden dokunuyorlar, gözlerini hiç kapatmadan birbirlerini izliyorlardı.

Süleyman elini Asya'nın sol omzunu ve kolunu kapatan kumaşa götürdü, yavaşça sıyırıp dudaklarını kalbinin üzerine bastırdı:

"Ah karım, sen onca yıl şu ufacık kalbinle beni mi sevdin? Sen beni sevdinde ben işitmedim mi?"

Öptü. Öptü. Ve bir kez daha hiç bıkmadan öptü...

"Yada kulaklarım işitmedi de, gönlüm mü işitti gönlünü?"

"Keşke evvela kulakların işitseydi Süleyman. Benim şu an yaralanmış bir kalbim olmazdı hiç değilse."

Üzerine pek çok söz edilebilirdi bu cümlenin, ağıtlar yakılıp, feryatlar kopabilirdi evrende. Aman dileyen suçluya bile inmeyen kılıçlar indirilmemeliydi hiçbir kalbe. Kemiklerin kırgınlığı bile iyi olabilirken, gönlün kırgınlığı paslı bir hançer gibi süslüyordu bedeni.

KAMBUR  [Tamamlandı]Where stories live. Discover now