GİRİŞ

27 2 1
                                    


Bir babanın evladı üzerindeki sorumluluğu tahmin edebiliyor musunuz? Peki ya bu sorumluluklarda aksama olursa babanın hissettiklerini? Baba ayyaş ve umursamaz birisi ise belki pek önemi yoktur. Ama Ahmet Bey gibi hayatını evladına adamış birisi söz konusu ise, işte o zaman bir dünya yıkılır. Eğer anne de destek veremiyorsa, işte o zaman iki dünya yıkılır. Birisi babanın, diğeri çocuğun dünyası.

İşte tüm bu aksilikler küçük Doruk'un başına gelmişti. Kendisi henüz 3 yaşındayken annesini kaybetmişti. Annesinin yüzünü fotoğraflardan, sesini videolardan öğrenmişti. Ancak bu ölüm Doruk'tan çok babası Ahmet' te bir yıkım oluşturmuştu. Ahmet Bey depresyondaydı. Uzun süredir üniversiteye gitmiyordu.(Ahmet Bey üniversitede profesördür.) Saygınlığı iyice azalmıştı. Öğrencileri bu kadar yıkıldığı için onu kınıyorlar, daha dayanıklı olması ve artık bu ruh halinden kurtulup, derslere geri dönmesi gerektiğini söylüyorlardı. Aynı zamanda üniversite müdürü de Ahmet Bey'e baskı yapmamakla birlikte onun bir an önce dönmesini istiyordu. İstediği izinden tam 2 hafta geçmişti ama hala ortalarda yoktu. Ancak müdürün Ahmet Bey ile olan ahbaplığı, alttan almayı gerektiriyordu. Uzun yıllardır tanıdığı arkadaşı ve üniversitenin değerli hocalarından birini bu halde görmek onu da üzüyordu elbette ancak derslerin sarkması can sıkıcıydı. Bir gün müdür, Ahmet Bey'i ziyaret etmeye karar verdi. Oldukça lüks olan geniş eve geldi ve kapıyı çaldı. Kapı ancak 5 dakika sonra açıldı. Karşısında küçük Doruk vardı. Önce ona selam verdi ve Ahmet Bey'i sordu. Ahmet Bey üst kattaki çalışma odasında çıldırmış halde bir şeyler yazıyordu. Belli ki uzun zamandır oradaydı. Ona seslenmeye çalıştı fakat duymadı. En sonunda içeri girdi ve omzuna dokundu. Ahmet Bey bir an irkildi:

-Sen mi geldin. Geç otur. Üniversitede sıkıntı var mı?

-Bana bunu gerçekten soruyor musun? Her gün en az 5-6 öğrenci kapıma dayanıp şikayetlerde bulunuyor. Unutma senin yetiştirmen gereken öğrenciler var. Sen bunun için maaş alıyorsun.

-Maaş mı alıyorum? Hatırlattığın için sağ ol patron.

- Hayır. Öyle söylemediğimi biliyorsun.

- Hayır. Hayır. Maaşını da patronluğunu da istemiyorum. Şimdi defol evimden!

Bu sözler, kırk yıllık dosta söylenmişti. Ama müdür onu yine de anlayışla karşılıyordu. Çıkışa yöneldi. Alt katta yine Doruk oturuyordu. O da kötü görünüyordu. Mutfağa şöyle bir kafa uzattığında ise üzeri katılaşmış yağlar ile kaplanmış yığınla bulaşık gördü. Aç olabilecekleri düşüncesi ile onlara yemek söyledi. Dostunun kendine gelmesi için elinden gelen her şeyi yapacaktı fakat işini de kaybetmek istemiyordu.

Aradan biraz zaman geçmişti. Ahmet Bey, üniversiteden son maaşını almıştı. İstifa etmişti. Artık kazancı olmayan bir adamdı. Önceden yaptığı birkaç yatırım ise oldukça kötü durumdaydı. Her türlü zarar ediyordu. Para kazanmak için çok uğraş sarf etmiyor, tüm zamanını ve ilgisini psikolojik bir çalışmaya ayırıyordu. Arada sırada oğlu ile de konuşuyordu. Onu okula götürürken oyuncakçının olduğu caddeden geçmemek için uzun yolu tercih ediyordu. Cebinde beş parası kalmamıştı. Açıkta kalan çeklerini ve oğlunun okul taksitini de ödemek için arabasını satalı 2 hafta olmuştu. Şimdi ise evin borcu vardı. Karısı ile maaşlarını birleştirmişler ve kredi ile böyle güzel bir ev almışlardı ancak şimdi karısı da yoktu ve bütün borç kendisindeydi. Bu sebeple evi de sattı. Borçlarını kapattı ve bir ev kiraladı. Ancak kalan para yalnızca 2 ay kira ödemeye yetiyordu. 2 ay içinde yeniden bir gelir kaynağı bulmalı ve eşinden kalan en büyük mirasa güzel bir gelecek hazırlamalıydı. 

KİMYAGER'İN PARALEL EVREN YOLCULUĞUWhere stories live. Discover now