22.BÖLÜM

20 8 0
                                    

"Ben kanserim."

---

22.BÖLÜM

---

Kahvenin buharı elimi nemlendirirken duyduğum müziğin sesiyle gülümsüyordum,

"Napıyorsun şu an mesela?

Kim var yanında?

Ben ölüyorum galiba,

Canım yandıkça...

Nerdesin şu an mesela?

Gülüyor musun kahkahalarla?

Ben ölüyorum galiba,

Kavuşamadıkça sana..."

Kahvemi yüzüme yaklaştırıp üfleyerek yüzüme sıcaklığın vurmasını sağladım. Sonra kendi kendime tekrarladım, 'ölüyorum galiba'... Kapıya girilme sesleriyle kafamı oraya çevirdim.

"Güneş üşümüyor musun sen?" Gelen üç kişiye gülümsedim.

"Üşümem için bir sebep yok." Diye mırıldandım. Birer sandalye çektiler. Tanıştırayım bunlar; Ayşe, Tuna ve İrem. Tuna bir erkek evet ama durumu biraz farklı. Yani pek erkek gibi değil. Neyse anladınız siz işte. Evimde balkonumdaydım ve arkadaşlarım bana kahve içmeye gelmişti, daha doğal ne olabilir!

Yeni kimliğim var artık: adım Güneş Özcan, 26 yaşımdayım. Ordu'da bir özel hastane de doktorum. Beni seven bir kaç kişi var işte... Ya da sevdiğini söyleyen... Bu üç arkadaşımla da aynı anda mezun olduk. Bu benim yeni hayatım. Yeni başlangıçlarım. Ya da yeni bitişlerim.

"Kuzum şarkı dinleyeceğine şarkı söylesene." Tuna'ya gülümsedim. Yeni kimliğimde keşfettiğimiz yeni özelliğimde bu işte... Güzel bir sesim varmış, Disney Prensesleri gibiymiş. Prenses kelimesi beni hüzünlemdirsede öyleymiş işte.

"Ne söyleyeyim?" Dedim üçünde de gözlerimi gezdirirken, Ayşe hevesle bana baktı.

"Sil baştan söyle!" Beni anlatan şarkıydı işte, son bir kaç yılımı anlatan...

"Gücün var mı, sevgilim?

Derin sularda inci tanesi aramaya?

Cesaretin kaldıysa, hala benle aşktan konuşmaya?

...

Sil baştan başlamak gerek bazen...

Hayatı sıfırlamak...

Sil baştan sevmek gerek bazen, her şeyi unutmak."  İçimde bir şeyler hareketlenince titredim.

"Ay kız ne şanslıyız bir prensesimiz var!" Hüzünle Tuna'ya baktığımda İrem kaş göz işaretiyle onu susturmaya çalışıyordu,

"Kuzum özür dilerim ben unuttum senin prenses lafına şey ettiğini."

"Sorun değil." Diye mırıldandım.

"Ben kahve yapayım size." Geniş balkonumdan çıkarken burnumda bir ıslaklık hissettim, sonra da başım döndü ve balkon kapısına elimi koydum. Elime düşen kan damlalarını görünce kimseye belli etmemek için hemen elimi silmeye çalıştım fakat çok geçti.

"Senin burnun kanıyor!?" Telaşla bana gelen Ayşe'ye dur işareti yaptım.

"İyiyim sorun yok." Dedim ama dememle yere yığılmam bir oldu. Tuna beni son anda tutarken İrem ve Ayşe çığlık atıyorlardı.

"Ayşe! İrem! Koşun arabayı çalıştırın getiriyorum Güneş'i." Ben bilincimi tamamen yitirirken gördüğüm son şey Tuna'nın çenesiydi...

---

"Hah uyanıyor!" Bana heyecanla bakan İrem'e görmeye çalıştım.

"Aşkım benim iyi misin sen?" Tuna'ya gülümsemeye çalıştım. Ayşe ciddiyetle bizi izliyordu,

"Ayşe?" Dedim güçlükle ve oturur pozisyona geldim.

"Ne oldu?" Cümlemi İrem tamamlarken Ayşe'nin ciddiyeti bizi korkutuyordu.

"Güneş... Kuzum sen kansersin." Elindeki raporları bana uzatırken elim titreye titreye aldım kağıtları.

Evet şimdi size benim hikayemi anlatacağım hazır mısınız?

İlk önce annemi sonra abimi kaybettim. Yıllar sonra hiç görmediğim babam, abimle ve aşık olacağım çocukla beraber geri geldi. Vücuduma uyuşturucu enjekte edildi. Abimi bir kez daha kaybettim. En son intikam alacağım dedim ve aldım. Her şeyden kaçtım, o zamana kadar yaşadığım her şeyi silmeye çalıştım. Yeni bir hayat kurdum. 3 arkadaşımla tıp okudum. Ve kanserim. Benim sonum buydu işte. Her seferinde güneş doğdu derken aslında daha da battığını anlıyorum. Bu dünya beni içinde istemiyordu. Bir kavga istiyordu. Çok kavga ettim. Yine edecek gücüm kaldı mı bilmiyorum...

"Hemen kemoterapiye başlıyoruz." İrem her zamanki güçlü sesiyle bana emir verdi. Başımı sallamakla yetindim. Sonra ayağa kalktım.

"E hadi neşelenin biraz." Dedim onlara yapmacık heyecanımla. Onlarda aynı yapmacıklıkla gülümsediler ve odadan çıktık. Çıkar çıkmaz içimi sıkıntı kapladı,

"Ya ben eve gidip uyusam olur mu?" Diye mırıldandım onlara doğru. Onayı da alınca çantamı alıp arabama bindim ve yola çıktım.

Orta hızla ilerlerken yanımdaki araba beni sollayarak önüme kırdı ve durdu. Ani bir fren yaptım. Şoförü arabadan çıkıp camıma yaklaştı sonra belinden bir silah çıkarttı. Şok içerisinde kafamı kaldırmadan torpidoya uzandım ve kendi silahımı aldım. Arabadan yavaşça indim ve bir kaç metre geri gittim, birbirimize silah doğrulttuğumuz adamı görmeye çalıştım. Kafasındaki kapüşonlusunun şapkası nedeniyle yüzünü göremiyordum.

"Kimsiniz ve neden bana silah doğrultuyorsunuz?" Dedim titreye titreye. Başını hafifçe kaldırdı.

"Sen neden doğrultuyorsun?" Başını tamamen kaldırarak şapkasını çıkarmasıyla elimdeki silahın yere düşmesi bir oldu.

"Al-Alperen?" Silahını indirdi. Yüzünü inceledim. Uzamış sakal ve halen aynı boyutta ki saçlarına... Aramızda ki yaklaşık 4 metreyi kapatarak ona koştum ve sarıldım. Derin derin kokladım boynunu. O da omzuma kafasını gömdü. Sonra kendini geri çekti ve yüzümü elleri arasına aldı,

"Seni çok özledim be Dünya'm." Gözümden bir damla yaş geldi.

"Ben yapamazdım biliyorsun."

"Selma'yı öldürmüşsün." Dedi titreyen sesiyle.

"Herkesin mi haberi var?"

"Haberlere bile çıktı." Gözleri tüm yüzümü inceliyordu.

"Geldiğim ilk 6 ay teknolojiden uzak durup ders çalıştım." Bana acırcasına baktı.

"Hadi gidelim Dünya, lütfen."

"Dünya yok artık. O öldü, ben Güneş. Ve sıra Güneş'i öldürmekte." Şaşırmamasına anlam veremiyordum. Kendini geri çekti dişlerini sıkarak konuşmaya başladı,

"Sen Dünya'sın! Şimdi Dünya Bordem, hemen arabaya biniyorsun ve buradan çekip gidiyoruz." Yüzüne hüzünle baktım.

"Alperen benim... Yani bizim bir geleceğimiz olamaz." Nefesini bıraktı.

"Neden?" Bakışlarımı ayakkabılarıma çevirdim.

"Ben kanserim."

---

Selam! Kitabımızın bitmesine çok az kaldı. Evde tüm gün aklımda fikirler uçuştukça gelip bölüm yazıyorum. Ben bu kurguyu cidden çok sevmiştim.

DÜNYAWhere stories live. Discover now