21.BÖLÜM

24 6 0
                                    

"Çok özleyeceğim seni."

---

21.BÖLÜM

---

Gözlerimi araladığım anda anında ayağa kalktım. Saat 8'di. Şu an Ömer'in dersleri başlamış olmalıydı. Geçen hafta Alperen bana Ömer'in okula gittiğini söylemişti. Fakat orada olay çıkartsaydım bana engel olurdu. Üzerime kırmızı bir kazak ile kot pantolon geçirdim. Evden çıkıtım ve taksiyle 20 dakika sonra yeni okuluna varmıştım. Hangi sınıftaydı acaba? Gördüğüm ilk 12. sınıfa daldım,

"Ömer bu sınıfta mı?"

"Hayır da ne için sormuştum canım?" çocuğun sorusuna cevap vermeden sınıftan çıkıyordum ki kolumdan tuttu,

"Hayırdır sahibin mi var?" çocuğun sorusuna güldüm,

"Senin yok herhalde." deyip kolumu çektim ve yoluma devam ettim. Tüm sınıfları tek tek gezdim hangisinde diye. En son 12-F sınıfına girdiğimde başarılı olmuştum.

"Ömer Ertürk bu sınıfta mı?" Bir kız gülümseyerek yanıma geldi. Tatlı tatlı halleri masum olduğunu belli ediyordu. Alperen'e bu kızı gösterip al sana prenses demek isterdim. Tabi bir daha görüşemeyeceğiz.

"Evet neden sormuştun?" kızın sıcakkanlılığına garip bir bakış atarken sınıfa Ömer girdi. Beni görmeden sınıfa girdiğinde onda kendimi gördüm. Üzüntüden kimseyi görmeden okula gelip giden öğrenci tipi,

"Hayırdır annen mi üzdü?" arkasından seslendiğimde öfkeyle bana dönüp beni duvara itti, ellerini iki yanıma koyup iyice yaklaştı.

"Annem senin yüzünden yok." onu itip yere düşürdüm ve üzerine doğru eğilip boğazını sıktım.

"Annen nerede?" nefes almaya çalışıyor gibiydi.

"Söylesene lan!" ona bağırıp boynunu gevşettim.

"S*iktir git." küfür etmesiyle boğazını iyice sıktım. Ama cevap vermiyordu. En son sınıfa göz attım. İki kişi uyuyordu diğeri ise bizi korkuyla izleyen masum kızdı. Belimden silahı çıkartınca kız çığlık attı.

"Sus!" sonra yine Ömer'e döndüm, "Selma nerede?" boğazını bırakıp silahı doğrulttum. Yine söylemedi.

"Bana bak annenin abime yaptığını acımadan sana yaparım. Kaybedecek hiç bir şeyim yok." Yerde korkuyla bana baktı,

"Düzce'de. Gümüşova'nın girişindeki markete ismimi ver." silahı cebime yerleştirip dışarı koştum. Gördüğüm ilk taksiye atlayıp Düzce'ye gitmesini söyledim.

"Ne kadar sürer?" Şoföre yönelttiğim soruyla bakışlarını bana çevirdi.

"3-4 saat kadar ama isterseniz sizi otogara bırakabilirim." olur anlamında başımı salladım

---

Otobüsten atlayıp çıkışa doğru ilerledim. Yoluma devam ettiğim sırada gördüğüm taksiye bindim. 

"Gümüşova'nın girişindeki bakkala gideceğim." Adam bana 'hey Allah'ım' der gibi bakış atarak gaza bastı. Yaklaşık 20 dakika sonra vardığımızda bakkala resmen kapıyı kırarcasına daldım.

"Ömer Ertürk gönderdi beni Selma nerede?" adam korkuyla telefonuna uzanırken elini ittim.

"Sadece yerini söyle. Selma annem gibidir. Sürpriz yapacağım için."  adam rahatlamışçasına yüzünü gevşetti. 

"Bu binanın arkasındaki ev." zaferle gülümseyerek bakkaldan çıktım. Arkadaki eve vardığımda tahminlerimin aksine hiç adam yoktu... Derin bir nefes verip kapıya tıklattım.

"Kim o?" Selma'nın sesiyle gülümsedim.

"Ecelin." bir kaç tıkırtı sesinden sonra kapı yavaşça açıldı. Bana silah doğrultmasına bir kez daha güldüm.

"İki kişi birbirine silah doğrultursa ne olur biliyor musun? Korkak olan ölür. Yaşamak istemeyen yaşar. Bu hikayede yaşamak istemeyen benim." dedim ve silahı ateşledim. Yere yığılırken son cümlemi kurmuştum.

"Çok kişinin canını alman korkak olmanı değiştirmez." Sonra dışarı doğru bir adım atıp gökyüzüne baktım.

"Gidiyoruz ha?" Dedim güneşe bakarak. Beni duymuş gibi anlığına daha da parladı. Yeni aldığım telefonu çıkartıp Alperen'e mesaj attım.

"Görüşeceğiz. Yakın gelecekte."  

Hüzünle telefonu tamamen kapatıp yere attım ve ayağımla ezdim. Yerde kanlarla yatan Selma'ya son bir bakış atıp yürümeye başladım. 

---

Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum. Ana yollardan, sokaklardan, caddelerden, sahillerden, geçtim. En son havanın karardığını gördüm. Etrafıma baktığımda bir caddede olduğumu gördüm. Gülüşen insanlar, kol kola gezen yaşıtım kızlar, yürüyen sevgililer, yaşlılar. Gözümden bir damla yaş geldi. 'Bitti.' dedim içimden. 'Sen öyle zannet.' diye düzeltti iç sesim. 

"Abla bakar mısın?" bana seslenen genç kıza döndüm. 14-15 yaşlarındaydı. Pek küçük görünmüyordu. Elindeki mp3 çaları bana uzattı.

"İyi görünmüyorsunuz şarkı dinleyin iyi gelir belki. Hediyem olsun zaten artık benim için değersizleşebilir. Değersizleşmeden sizin olsun" ona mahçupça gülümseyip gümüş renkteki kulaklık ile mp3 çaları aldım.

"Teşekkür ederim." Sonra onu kulağıma taktım. Çıkan şarkıya iç çekip yoluma devam ettim.

"Mor ve ötesi- Bir Derdim var" diye mırıldandım kendime. 

---

Gördüğüm ilk yemek yerine girip menüde gördüğüm ilk yemeği sipariş ettim. Oradan da çıkıp otogara gittim yürüyerek. Ne yapacaktım ben böyle? Okuluma mı devam edecektim? Hapse mi girecektim? Kendime bir gelecek mi tasarlayacaktım? Yarını mı düşünecektim? Yoksa acı çekerek hepsini mi yapacaktım?

Otogara girdiğimde arabasının önünde vedalaşan insanların konuşmalarını duydum.

"Çok özleyeceğim seni."

"Özlemene gerek yok bir kaç günlüğüne Ordu'ya gideceğim sadece. Seni seviyorum" O ana kadar nereye gideceğimi bilmiyordum. Ama o an karar verdim. Ordu'ya gidecektim. Düşünmek gibi bir eylemle uğraşamazdım. Böylesi iyi. Gidip bilet aldım ve otobüse  bindim. Kulaklığımda şarkılar geçip gidiyordu... Sadece ağlıyordum. En küçük ses çıkarmadan gözlerimden yaşlar akıyordu. Derin bir nefes aldım.

---

"Ben burayı satın almak istiyorum." dedim önümde oturan yaşlı adama.

"Kızım seni anlıyorum fakat daha çok gençsin, yürütemezsen bu hastane batar."

"Sizin zaten bir çocuğunuz yok. Beni 9 yıldır tanıyorsunuz. Salih amca, yapabileceğimi benden iyi biliyorsun."

"Haklısın Güneş düşüneceğim." büyük ve kasvetli odadan çıktım. Bu oda hariç tüm hastane ışıklıydı. Ha evet asıl anlatmam gereken bu değildi. 9 yıldır Ordu'dayım. Her şeyim değişti. Adım... Soyadım... Geçmişim... Ailem değişmedi çünkü bir ailem yok. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Anılarımı soranlara 'yok' demem...

"Ben Güneş, Güneş Özcan." İsmimi; yolumu aydınlatan güneşten aldım. Ama artık o bile yoktu yanımda.

DÜNYATempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang