Chapter 1: Plum

77 8 9
                                    

Haziran 2004

Kollarımı göğsümde birleştirdim sinirle. Hep bunu yapıyordun, istisnasız her seferinde. Kaşlarımı çattım. O zamanlar korkutucu göründüğümü sanıyordum.

"Sen her zaman en tatlı erikleri yiyorsun!" diye patladım hırçın bir edayla. İlk kez olmuyordu bu. Her yaz seninle üç beş mor erik için kavga ediyorduk. Tanrı'm... Şimdi düşünüyorum da, yedi yaşındayken bile aptalmışız. Gülüyorsun değil mi? Sakın, sakın ha o ince dudaklarını kıvırıp çirkin çirkin sırıtayım deme.

"Ya Haera! Acele et sen de biraz. Bir tanesini yemen altmış dakika sürüyor."

"Fazla abartma akıllım, üç dakika bile almıyordur yemem. Hem bir saat desene şuna."

"Bana ne. Altmış dakika diyeceğim ben." dedin ve omuz silktin.

"Bir saat." İnat etmiştim.

"Altmış dakika." Eh, sen de en az benim kadar inatçıydın.

"Bir saat!"

"Altmış dakika!"

"Bir saat dedim!"

Biz böyle sonsuza dek devam edebilirdik. Ancak eminim ki annem, o zaman bile gelip abartılı çığlıklarıyla durdururdu bizi. Hadi ama anne, o erik ağacı zaten boyumuz kadardı! Tamam, belki biraz daha uzundu, yalnızca birkaç metre.

"Jungkook, Haera! İnin hemen o ağaçtan! Düşüp bir yerinizi kıracaksınız şimdi!"

Bir söz vardı, annelerin lafını dinlemekle ilgiliydi. Kim demiş bilmiyorum ama o gün haklı olduğu için o kişiden ölesiye nefret etmiştim. Bir de annemden. Çünkü öyle bağırmıştı ki sen, irkilip o kimse düşmez dediğimiz ağaçtan düşmüştün. Üstüne bir de ayak bileğini çatlatmıştın.

Yerde acıyla kıvranan bedenine yaklaştım. Gözlerin kızarmıştı, ağlıyordun elbette. Sen ve senin şu tatlı canın. Minik ellerimi saçlarında gezdirdim. Duygusal olmaya çalıştım ama kahkahamı çoktan bırakmıştım. Çok üzgünüm, canın öyle acırken sana gülmemeliydim ama ne yapayım? O tatlı eriklerin acısı hala içimde bir ukde kaldı.

"Bir daha sakın tatlı erikleri bitirme Jeon Jungkook." Kulağına yaklaştım esrarengiz bir havayla. "Yoksa acıyan tek yerin ayağın olmaz." diye fısıldadım kısık gözlerimle. Bir ajan filminde duymuştum bu repliği. Havalıydı, kullandım ben de.

Zaten çatlayan ayağından dolayı tedirgindin. Bir de benim bu lafım seni iyice germişti. Korkak, kızgın bakıyordun gözlerime. Bakışların altında ezilmeye başladığım için kafamı çevirdim, etrafı inceledim uzun uzun. Baban bu hastanenin başhekimiydi, sana özel bir oda vermişlerdi ve seninle ilgilenen insanlar vardı yanında. Bence bu denli ilgiye ihtiyacın yoktu, saçmaydı. Her şeye rağmen yüzündeki korku dolu ifade benim eserimdi ve ben, bununla gurur duyuyordum.

Annem, annen ve ben yatağının yanında oturuyorduk. Annemin elini tuttum. Dikkat çekmeye çalışıyordum fakat o büyük bir ilgiyle sana bakmakla meşguldü. Annenle konuşup seni rahatlatmaya çalışıyordu. Bıraktım ellerini. Gıcırdayan metal sandalyeden kalkıp cam kenarına gittim.

Haziran'ın sonlarıydı. Dışarıda renk renk çiçekler ve meyve ağaçları vardı. Göz ucuyla süzdüm onları.
Elim kalbimdeydi, çok hızlı atıyordu. Derince iç çektim. Aniden korkmaya başlamıştım. İşte o an, annemden nefret ettim. Sen onun yüzünden düşmüştün, onun yüzünden canın yanıyordu. Aynı zamanda kendimden de nefret ettim. Çünkü sana ağaca çıkmaktan ben söz etmiştim. Göz ucuyla baktım yatağına. Amacım sana bakmaktı ama belli etmek istemiyordum. Ağlayacak gibiydim çünkü, gözlerimin kıpkırmızı olduğuna emindim.

"Haera, hemen döneceğiz. Jungkook'a göz kulak ol, tamam mı?" derken annemin sesinde daha çok tehdit vardı. "Sakın çocuğu daha fazla üzeyim deme." diyordu aslında.

Kafa sallamakla yetindim. Çıktılar ve seninle göz göze geldik. Sadece yedi yaşındaydım Jungkook, yedi. Aşık olmak ne demek bilemezdim. Duygular üzerine fikirlerim televizyonda gördüğüm şeylerden ibaretti. Fakat ben, çok güleceksin biliyorum, sana bakarken kalabalık mağazalarda kaybolmuş ve bir daha evimi bulamayacak gibi hissetmiştim.

O yaz hislerimde değişen bir şeyler vardı, keşke hiç değişmeseydi hislerim.

Koştum, kendimden beklemediğim bir şeyi yaptım. Sana sarılıp ağladım. Benimle dalga geçeceğini bile bile zırladım karşında. Genellikle ağlayan sen olurdun. Ben ağlamazdım. Beklemediğim bir şey yaptın sen de, bana sarıldın. İnkar edemeyiz, biz sadece komşu oldukları için oynamak zorunda kalan çocuklardandık. Görenler birbirimizden nefret ediyoruz sanardı ama bu da bizim sevgi yöntemimizdi: Sevmiyormuş gibi yapmak.

Ellerini saçlarımda gezdirdin. Sıkıca sarılıyordun bana. Çok tatlıydın ama sinir bozucu tarafın hala üzerindeydi. "Az önce gülüyordun, şimdi ağlayacağın mı tuttu?" diye mırıldandın. Bütün bu ilginin hoşuna gittiğini biliyordum. Ağlamam geçince ayrıldım senden. Gülümseyerek bana bakıyordun.

"Yine düşsen yine gülerim ama üzülebilirim de." demiştim sulu gözlerimle. Sırtını dikleştirip bilge bir edayla yanıtlamıştın. "İşte buna arkadaşlık derler Haera."

Bacak kadar boyunla bile aramızdaki sınırı kesin bir dille çizmiştin. Biz çok iyi arkadaşlardık ama sadece arkadaştık.

Plum | JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin