Ben gülmemi engellemeden kahkaha atmaya başladığımda Jungkook bize göz devirdi. Gerçekten Leydi Mina'nın dediği gibi alfa erkek gibi ortalıkta geziniyordu. 'Hayır gidemezsiniz, izin vermiyorum' ayaklarından tutun da 'Bensiz bir yere gidemezsin!' e kadar her şeyi söylemişti.

"Dikkatli olun." dedi belindeki kabzaya kılıcını yerleştirirken. Eline deri eldivenlerini geçirdi. Ben de oturduğum yerden kalktım ve yanına giderek üzerine geçirdiği uzun palto-ceketin yakalarını düzelttim. Jungkook bu hareketime gülerken kılıç kabzasını ceketinin üzerine çektim. Jungkook gülümsedi ve yüzümü avuçları arasına aldıktan sonra dudaklarıma uzun bir öpücük kondurdu.

"Seni özleyeceğim," diye fısıldadığımda gülümsemesi genişledi. "Bir de bana sor, sensiz ne yapacağımı bilmiyorum."

Gülümsedikten sonra "Dikkatli ol." dedim. Parmaklarımı, yüzümü avuçlayan ellerinin üzerinde gezdirdim. "Ve bana geri dön."

"Döneceğim." dedi. "Ben hep döneceğim, bunu unutma olur mu?" Kafamla onu onayladığımda bana söylediği doğru sözlerden biri olduğu için mutlu oldum. O yalanları severdi.

Ben onu tekrar öptüğümde birkaç saniye sonra ayrıldık. "Öpüşüp koklaşmanız bittiyse Jungkook artık gitmeli. Abileri onu bahçede bekliyor."

Leydi Mina'nın sesiyle utanarak kendimi geriye çektiğimde Jungkook annesine dönerek ters bir bakış attı ve bana sıkıca sarıldı. Odadan çıkmadan önce, "Dikkat edin." dedi. "İkiniz de."

Jungkook, annesine kızgındı. Ona sürekli laf sokuyor, öfkesini göstermekten çekinmiyordu fakat ben biliyordum ki onu çok seviyordu. Tüm deli hallerini, sinsi planlarını hatta ve hatta entrikalarını bile seviyordu.

Leydi Mina at arabasında yana doğru dönmüş, yanına koyduğu ahşap kutudaki zehir şişelerini düzenliyordu. Her renkten vardı, saydığım kadarıyla on beş tane vardı kutuda fakat o daha fazlası olduğunu söylemiş, endişelenmemi dile getirmişti. Ben endişelendiren tek şeyin cam şişenin kırılması durumunda zehrin etrafa saçılması olduğunu anlayabilseydi keşke!

"Koltuğunun altındaki kutuyu bana verir misin?" diye sorduğunda anlamsızca ona baktım. "Oturduğun koltuğun altında gizli bir kapak var, orayı aç." Şaşkınlıkla ona baktığımda omuz silkti. "Bu benim tahtırevanım, ne bekliyordun?"

Şaşkınlığımdan sıyrıldım ve elimi aşağıda doğru uzattım. Elime bir çıkıntı gelince onu çektim. Başımı aşağı doğru indiğimde gördüğüm beş tane ahşap kutuyla küçük dilimi yutacaktım.

"Şu sağ taraftaki kutuda panzehirler var." dediğinde başımı kaldırdım ve ona baktım. "Bunların hepsi zehir mi?"

"Biri zehir, biri panzehir işte." dedi umursamazca. "Arkadaki gelen arabada da var beş altı tane."

"Biz katliam yapmaya mı gidiyoruz, Tanrı aşkına?!"

"Ne olacağı asla belli olmaz." dedi ve eliyle sağdaki kutuyu gösterdi. "Ver artık şunu bana, daha hepsini sayacağım." Gözlerimi devirdim ve gösterdiği kutuyu dikkatle alarak hızlıca ona verdim. "Kutuda falan da zehir yok, değil mi?"

Leydi Mina bana yandan bir bakış attı ve verdiğim kutuyu alarak diğerinin yanına koydu. Bu sefer de panzehirleri saymaya başladığında sonuncuyu da yerine bıraktı ve bana döndü. "Burada on dört tane var!"

Telaşlı sesiyle duraksadım. "Hangisinin hangisine ait olduğu yazıyor ya üzerinde işte."

"Ama benim diğer bebeğim nereye gitti?" Üzgünce bana baktığında kesinlikle fazla zekadan kafayı üşüttüğüne emindim. "Sarayda unutmuşsunuzdur, geri dönünce bakarsınız."

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now