1

8.9K 239 201
                                    

Bu kitabı yazalı ve kaldıralı çok uzun zaman oldu. Okuyunca yayımlamak istemedim tekrar çünkü inanılmaz amatorum (he simdi de farklı degilim de neyse) ve cumleler yer yer can çekişiyor ama ilk goz agrısı, yayımlıyorum bu yuzden. Hepiniz simdiden hosgeldiniz. Keyifli okumalar
😌🌈

Dirseklerimden parmaklarıma kadar ince bir hat çizen damlalar yere çarptığı an yok oluyordu. Esen rüzgar üstümdeki gömleğin açık yakalarından içeri sızarken titredim. Adımlarımı hızlandırıp tekrar saatime baktığımda gerçekten geç kaldığımı fark ederek koca sokakta yalnız değilmişim gibi sessizce küfrettim.

Haftanın üç günü geceleri, üç günü de gündüzleri çalıştığım mekanın kapısına geldiğimde bedenimi saran yorgunluğu umursamadan kapıyı aralayıp içeri girdim. Loş mekandaki gürültüye aldırmadan kalabalıktaki bedenleri geçerek tezgaha yöneldiğimde boğucu hava biraz ter, çoğunlukla içki kokuyordu ki yeni hayatımda alışamadığım tek şey bu isli ve geniz yakan kokuydu.

Askıda duran önlüğü alıp üzerime geçirirken gözlerim hızlıca mekanı taradı.

"Neredesin oğlum? Seni idare edeyim derken iflahım kesildi."

Arkamdan gelen sesle farkında olmadan irkilirken önlüğün iplerini belime dolayıp gelişigüzel bir düğüm attım. "Berbat bir hava var dışarıda. Yağmurdan önümü göremiyordum ."

"İki dakika dumanlanmaya gitsem şunları masaya götürür müsün?" Cevap vermek yerine hızlıca tezgahtaki tepsiyi alıp üstünde yazan numaraya yöneldim. Emre mekanın arka kapısına doğru yürürken elleri aceleci bir tavırla cebindeki sigara paketine uzandı. İçeriyi dolduran kalabalığa bakarak bu gece tekrar konuşmaya vaktimiz olmayacağını anlayabiliyordum.

Tükenmiştim artık, dışarıdan bakan her göz söylerdi aynısını. Kendimi unuttuğum o eşiği çoktan geçmiştim.

Tepsiyi masaya bırakıp yeni siparişleri hazırlamak için tezgaha döndüğümde tüm gece tekrar ve tekrar aynını yapacağımı biliyordum. Masalara koşturarak tükettiğim iki saatin sonunda yorgunluktan ayakta duracak halim bile kalmamıştı, ki bu da yeni değildi. İki senedir içinde sürüklendiğim düzenin kazandırdığı bir alışkanlıkla bedenim nikotin ihtiyacıyla kasıldığı an üstüme çöken sinir harbini defetmeye çalıştım. Her şeye rağmen gülebilen, herkesin gördüğü yanım böyle anlarda öfkesini geçiştiremiyordu. Dünyayla arama sigara dumanıyla örtülen bir sis perdesi çekene dek dudaklarımdan hayra alamet bir söz çıkmayacağını bildiğimden sessizce mekandan çıkmayı bekledim.

Neredeyse bir saat sonra mekan tamamen boşaldığında, erken biten mesaiyi yarının hafta sonu olmasına borçlu olduğumuzu bilerek tezgahın arkasında durup üstümdeki siyah önlükten kurtuldum. Emre gelip yanımdaki tezgaha yaslandığında hızlı solukları onun da gecenin bitmesine en az benim kadar minnettar olduğunu gösteriyordu.

"Çok kötü görünüyorsun lan."

İki gündür uyumadığımı söylemek yerine omuz silkip çöp torbalarına uzandım.

"Git oğlum sen. Biz hallederiz ortalığı."

"Harbiden mi?"

Gülerken "Harbiden." dediğini duydum. İtiraz etmeden montumu alıp tezgahtan ayrıldım, kapıya yürürken "Yarın görüşürüz." diye seslendiğini duyunca yavaşlayıp kapının önünde durdum. Arkama dönüp kısa bir asker selamı verdikten sonra hızlıca çıktım sıcak mekandan. Parmaklarım arka cebimdeki paketi ustaca kavrarken tek bir dal ince dudaklarımın arasına yerleşti. Artık ezbere bildiğim kaldırımları teker teker arkamda bırakırken telefonumu çıkarıp ev arkadaşıma yolda olduğumla ilgili kısa bir mesaj attım, uyuduğunu tahmin ediyordum ama uyumuyorsa muhtemelen yalnız değildi. En iyisinin geleceğimi önceden haber vermek olduğunu evde geçirdiğimiz ilk haftalarda hoş olmayan bir tecrübeyle öğrenmiştim.

ZAAF | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin