"Rosie," diye fısıldadığını duydum. Adımı çok güzel telaffuz ediyordu. Oturup saatlerce onu dinleyebilirdim. Jungkook'un az önce kadının oturduğu ahşap tabureye oturduğunu çıkan seslerden anladım. Parmakları ıslak saçlarımı bulduğunda titrek bir nefes verdim.

Parmaklarını saçlarımdan çekti ve "Geç oldu." dedi. "Uyumalısın." Ardından elini çektiğini hissettiğimde parmağının küvete vurduğunu hissettim.

"Siktir." dedi. "Buz gibi bu su."

Yutkundum. Bana kızacağını biliyordum ama şu an duygularım tepetaklakken söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkacaktı. "Rosie, sen kendini öldürmek mi istiyorsun?!"

Sesinin yükseldiğini duyumsadığımda titredim ve başımı omzumun üzerinden ona çevirdim. Dişlerim birbirine çarpmaya başlamıştı. "Ha-havluyu ver."

"Eğer başkalarına kalmadan kendini öldürmek istiyorsan söyle!" Sinirle oturduğu yerden doğrulup perdenin üzerine asılmış olan havluyu almaya gitti. "Öldürmekten bahsetme." dedim kuru bir sesle.

Ölüm, kan ve acı kelimelerini artık duymak istemiyordum. Bunları duymak beni daha iyi falan hissettirmiyordu.

Jungkook onu uyardıktan sonra bir şey demedi. Yanıma geldi ve havluyu açtı. "Bakmayacağım, havluya sarıl. Acele et. Kaç dakikadır o suyun içindesin."

Kafamla onu onayladım. O da gözlerini kapattı. Bedenimi açtığı havluya doladığımda Jungkook geriledi.

"Sakın bir daha bunu yapma, olur mu?" diye sorduğunda sesi öncesine göre daha sakindi. "Düşünmemek içindi." diye fısıldadım küvetten çıkıp kıyafetlerin olduğu alana ilerlerken. "Soğuk uyuşturuyor."

Yutkunduğunu işittim. "Üzerini giyin ve yatağa gel olur mu? Şömineye odun atacağım."

Kafamla onu onayladım ve perdenin arkasına ilerledim. Rahat iç çamaşırlarını giydim ve dizlerime kadar gelen beyaz elbisemi giydim. Bir nevi gecelikti.

"O ince geceliği giymeyi aklından bile geçirme! Altına kalın içlik giy!" Jungkook sanki ne giydiğimi anlamış gibi davranınca istemsizce gülümsedim. Onu seviyordum, beni böyle düşündükçe kalbim her şeye rağmen hızlıca çarpıyordu.

Elbisenin üzerine yünlü bir hırka aldım. Düğmelerini ilikledikten sonra perdenin arkasından çıktım.

"Şöminenin karşısındaki minderlere otur, tarağını alıp geliyorum." Jungkook'a kısık gözlerle baktıktan sonra dediğini yapıp şöminenin tam önündeki minderlere oturdum. Soğuk sudan buruşmuş parmaklarımı şömineye doğru tuttuğum sırada Jungkook geldi. Arkama geçti ve ıslak saçlarımın altına bir havlu bırakarak saçlarımın sırtımı ıslatmasını engelledi. "Halsiz ve yorgun olduğunu bildiğin hâlde kendine eziyet çektiriyorsun. Hasta olabilirsin, Rosie."

"Ben üşümüyorum," diye fısıldadım. "Ama eminim o üşüyordur." Sesim titredi, Jungkook'un da saçlarımı tarayan ellerinin titreyişini hisseder gibi oldum. "O bilmediği bir dünyada çok üşüyordur, Jungkook."

Jungkook duraksasa da bu kısa süreli oldu, saçlarımı taramaya devam etti. "Eğer yaşasaydı şimdi kucağımda olacaktı, uyku için ağlayacaktı ve ben onu sallayacaktım." Gözlerim dolmuştu bile. Sesim titriyordu ve etrafı bulanık görmeye başlamıştım. "Eğer bir kerecik ağlasaydı daha fazlasına izin vermezdim ben. Kıyamazdım ona. Kimsenin dokunmasına izin vermezdim, canının yanmaması için her şeyi yapardım."

Jungkook'un parmakları durdu, elindeki tarağın yere düştüğünü duyduğumda beni omuzlarımdan çekip ona döndürmesi bir oldu.

Dudaklarından kaçan hıçkırığı duyduğumda başım omuzlarına dayanmıştı. Şimdi ikimiz de hıçkırarak ağladı.

a queen and her tearsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin