Gülümsem neredeyse yanaklarımı kaplayacak bir boyuta ulaştığında belimdeki elimi çektim ve Jungkook'un boynunda parmaklarımı gezdirdim. "Siz de hiç fena değilsiniz, prensim fakat beni tanıştırmanız gereken bir misafirimiz var." dedim ve Jungkook'un arkasında Taehyung ile durmuş olan lorda bakındım. Oldukça yakışıklı bir gençti, taş çatlasa yirmi üç yaşında olmalıydı.

"Prenses haklı, Jungkook." dedi lord. Jungkook soluma geçtiğinde lord önümde eğildi ve elimi tutarak üzerine küçük bir öpücük kondurdu. "Lord Jeong Yun-o, değil mi?"

Lord, elimi bıraktı ve dikleşerek "Jeong Yun-o fakat Jaehyun'u tercih ederim." dedi.

Hafifçe gülümsedim. "Sizinle tanışmak bir şereftir, Lord Jaehyun."

"Sizinle de öyle Prenses Roséanne." Ona gülümsediğimde Taehyung "İçeri geçelim artık." dedi. "Hava serinledi, küçük yeğenimizin üşütmesini istemeyiz." Onun bu küçük jestine karşı kayıtsız kalamayıp güldüm. Daha sonrasında aylardan ağustos olmasına rağmen gerçekten soğuyan havayla birlikte içeriye geçtik.

Lord'a bir oda verdiğimizde yol yorgunluklarını üzerlerinden atıp üzerlerini değiştirmeleri için kısa bir vakit tanıdık. Daha sonrasında oturup akşam yemeği yiyecektik.

Jungkook ile odamıza çıktığımızda Taehyung ve Lalisa'yı yalnız bıraktık. O ikisi arasında neler oluyordu hiçbir fikrim yoktu çünkü Lalisa hiçbir şey anlatmıyordu, bir sır kutusu gibiydi.

Jungkook odaya girer girmez üzerindeki yeleği bir kenara fırlattı. "Bugün çok yoruldum, banyo yapmam lazım."

"Sıcak su ayarlamalarını isteyeceğim." dediğimde beni onayladı ve soyunmaya devam etti. Ben de odadan çıkarak hizmetliye sıcak su hazırlamaları gerektiğini söyledim ve odaya geri girdim. Bu sırada Jungkook da iç çamaşırlarıyla kalmıştı.

"Bugün ne yaptın anlat bakalım?" diye sorduğumda boynundaki haç kolyesini ahşap masanın üzerine bıraktı. "Vergi toplamaya bu çevredeki köylerden birine gittiğimizi biliyorsun." dedi. Kafamla onu onayladım. "O çevredeyken Jaehyun ile karşılaştık. Ülkenin uzak doğusunda isyanlar olduğunu biliyorsun, halk orada kabileler halinde yaşıyor ve birbirleriyle uzun süredir mücadele halindeler."

Bunu biliyordum. Conall'da iken Senga tarihi hakkında çok şey öğrenmiştim. Parşömene çizilmiş haritayı saatlerce oturup incelediğimi hatırlıyordum.

"Jaehyun ve askerleri de oraya gideceklerini söylediklerinde bir gün şatoda bizimle kalabileceklerini söyledim, ağustos sıcağı onları çok etkilemiş."

"İyi yapmışsın," diye mırıldandım. "Benim açımdan da iyi oldu, aylardır farklı insan yüzü görmemiştim."

Jungkook güldü. "Ya, bir de sen bana sor. Annem her mektubunda yataktan çıkmaman için uyarılar yapıyor, şimdi seni canlı kanlı ayakta görse bayılırdı."

Gözlerimi devirdim. "Leydi Mina her zamanki gibi abartıyor. Benim büyükannem Kraliçe Veronica babama hamileyken at üzerinden inmemiş."

"Babaannen hakkındaki hikayeleri biliyorum." dedi Jungkook hayranlığını gizlemeden. Babaannem Veronica'yı sadece babamın anlattığı kadarıyla biliyordum fakat bu onun benim idolüm olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Şu anki Conall topraklarının çoğu babaannem tarafından kanla başla savaşılarak elde edilmişti. Eşi Kral Ferdinand ile de savaşlardan birinde tanışmıştı. Dedem batıda bir savaş komutanıydı, tahtın asıl sahibi büyükannemdi. Bu yüzden sarayın soyluları tarafından evlilikleri reddedilmişti fakat babaannem hepsini saraydan kovmuş ve kimin kraliçe olduğunu sert bir dille beyan etmişti. Bu hikâyeyi babam bana anlattığında ben de bir gün kraliçe ve babaannem gibi olmayı çok istemiştim.

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now