22. Bölüm • Esir-i Çah-ı Bela

En başından başla
                                    

Cihangir olumsuz yönde kafasını salladı ve divanın üzerinde bulunan pelerini giyip kapüşonunu kafasına geçirdi. "Hayır, yeterince erken değil. Saray az sonra ayağa kalkacak ve birilerinin bizi görme ihtimali artacak."

Elizabeth'in dibine girdiğinde kızın saçlarını iki yanına aldı ve kapüşonu kafasına geçirdi. "Kimsenin bizden haberi yok mu?"

Cihangir dikkatlice ona bakarken Elizabeth bir şey fark etti.  Kendisi çok fazla rahatken o çok gergindi. Kızgın duruyordu. Elizabeth dayanamayarak, "Bir sorun mu var?" diye sordu.

Cihangir, prensesin rahtsız olacağı kadar uzun bir süre bakışlarını kızın üzerinde tuttu. "At sürebiliyor musun?" dedi en sonunda. Elizabeth Cihangir'e ne olduğunu bilmiyordu lakin bunu kurcalamamaya karar verdi.

Olumlu yönde kafasını sallarken Cihangir gözlerine ulaşamayan bir gülümseme gönderdi. "Bacaklarını açarak da biniyorsundur sen şimdi?"

Elizabeth hiçbir zaman bir leydi gibi yan eyer ile ata binmemişti. Çünkü bu şekilde savaşamazdı. Zaten leydilerin de savaşmak gibi bir gayeleri yoktu ama yine de Elizabeth Cihangir'in sözleriyle utandığını hissetti.

"Bütün kurallara aykırı yaratılmış gibisin." dedi ve kızı kolundan tutarak balkondan çıkardı ve saraya doğru götürdü. Elizabeth ona yetişebiliyordu lakin bu yaptığı davranış ona çok kaba geldi. İstediği bu değildi. Bu gezintide ikisini de aynı statüde görmek istiyordu, bu yüzdendi yanında başka birini istememesi lakin en başından böyle davranıyorsa ilerleyen zamanlarda Elizabeth ona karşı nazik davranmayı bırakabilirdi.

Cihangir'in dediği olmuştu. Saray çoktan hareketlenmişti ve çok derinlerden sabah ezanının okunduğunu duyabiliyordu. Yanlarından geçtikleri insanlar onları kukuletalarının altından göremese de iki siyahlı insandan şüphe duyuyorlardı. Her ikisi de giderek huzursuzlandığında haremden çıkmışlardı ve burası haremden daha tehlikeliydi. Sabah namazını kılmak için toplanan paşalar ve vezirler her an Cihangir'i tanıyabilirdi.

Cihangir yalnızca bir an başını kaldırdı ve bir kaç vezirin, ki bu vezirler divanının üyesiydi, onlara baktığını gördü. Paşalar çattığı kaşları ile bu kıymetli yerde siyah giyimli ucube insanların ne aradığını sorguluyorlardı. Cihangir gerisinde kalan Elizabeth'e baktı ve sırtındaki yaralarının iyileşmiş olmasını umdu.

Aniden "Koş," diye bağırdığı an Cihangir'in soğuk eli Elizabeth'in avucuna kaydı ve birlikte koşmaya başladılar. Paşalar arkalarından bağırırken çoktan peşlerine askerler düşmüştü lakin ikiside yılların verdiği eğitimlerin kuvvetiyle oldukça hızlı koşuyorlardı.

Elizabeth'in bir adım önünde koşan Cihangir bu durumdan rahatsız olsa da Elizabeth'in dudaklarında tehlikeli bir kıvrım meydana gelmişti ve şu an tek güvendiği kişi elini sımsıkı tutan cihan hükümdarından başka biri değildi. 

Sonunda at kişnemelerinin yaklaştığını duyan Elizabeth'in bacakları bir ata bineceğini verdiği heyecanla kasılmaya başlamıştı. En son ata bindiğinde William'ın cenazesine gidiyordu ve o gün pek kendinde olmadığı için bunu çok önemsememişti. Rüzgârın kamçısını çıplak bacaklarında hissetmeyeli epey zaman oluyordu. Yoluna hiç sapmadan devam eden Cihangir, atların bulunduğu koridorda ilerlerken ne yaptığını biliyor gibiydi. Sonunda diğerlerinden ayrı bir bölmeye geldiklerinde Elizabeth karşısında gördüğü siyah Arap atıyla nutku tutuldu. Bu at o kadar asildi ki Elizabeth binmeye çekindi.

Cihangir nefes, nefese kalmış bir halde Elizabeth'e döndü. Teşvik edercesine, "Hadi," dedi.

"Ne?" dedi Elizabeth şaşırarak. "İkimiz de ayrı atlara binmeyecek miyiz?"

Gül ve Hançer Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin