Acı

53 18 77
                                    

(Medyadaki şarkı ile okuyabilirsiniz. İyi okumalar)

Dila'dan

Dakikalardır tepede oturmuş karşımızdaki manzarayı izliyorduk. Önümüze serilen resim o kadar güzeldi ki böyle güzel bir ortamın büyüsünü bozacak olmak rahatsız hissettirdi.

Büyük Ağrı Dağının başı bulutları deliyormuş gibi görünüyordu. Bu efsunlu görüntü, karşı kaldığı küçük Ağrı Dağı ile gerçekten efsanelerin neden ortaya çıktığını anlatıyordu.
Büyük Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı Dağının efsanesi aklıma gelince gülümsemeden edemedim.

Efsaneye göre;
Ağrı Dağı'nın bulunduğu yer bir zamanlar ova imiş. Burada yaşayan bir köylünün iki kızı varmış. Bir gün bu iki kardeş odun toplamaya gitmişler. Yeterince odun topladıktan sonra, abla odun dengini küçük kardeşin sırtına yüklemiş ve yola koyulmuşlar. Biraz gidince yorulan ve beli ağrıyan küçük kız ablasına;
-Belim çok ağrıdı abla, ne olur biraz da sen taşı diye seslenmiş. Ablası kulak asmamış. Biraz daha gitmişler, küçük kız yine ablasına seslenmiş, ablası hiç oralı olmamış. Küçük kız sonunda dayanamamış:
- Abla abla , demiş. Senin gibi ablam olacağına olmaz olsun. Dağ olasın, taş olasın, uzun uzun kış olasın belimdeki ağrı adın, seller yağmurlar muradın olsun diye beddua etmiş. Ablası durur mu ? O da vermiş veriştirmiş:
- Senin gibi kardeşim olacağına taş olsun saçların çayır, eteklerin bayır olsun. Başın dilin gibi sivri, yamacın boynun gibi eğri, adın da benim gibi Ağrı olsun. Derken bir gürültü kopmuş, bir toz bulutu kaplamış ortalığı. Biraz sonra ovada iki yüce dağ sivrilmiş. Biri Küçük Ağrı, diğeri Büyük Ağrı. Böylece iki geçimsiz kardeşin ikisi de birer dağ olmuş.

Babam bana bu efsaneyi anlatınca, çok korkmuştum. O gün Şilan ile kavga ettiğim için hemen yanına gidip sarılmıştım 'biz dağ olmayalım' dediğimde herkes gülmüştü.

Hatırladığım anılar yüzümde tebessüm oluşturmuştu. Siraç ağabeyin bana baktığını hissettiğimde ondan tarafa döndüm.

"Delirmedim aklıma eskiler geldi."dedim.

Başını sallayıp önüne döndü.

Nihayet duyduğumuz ayak sesleri ile ikimizin başı da gelen yere çevrildi.

"Gelmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki buranın varlığını bile unutmuştum." diyerek yanımıza geldi. Oturduğumuz yerden kalktık.

"Hoşgeldin abicim."

"Hoşbuldum Dila. Açıkçası Siraç burada olduğunu söyleyince şaşırdım, hayırdır?"

Yüzümü inceleyen bakışlarıyla karşılaşmak topladığım cesareti kırıyordu. Tek o da değil. Siraç abinin bana dönen yüzü ile daha da geriliyordum.

"Aslında nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Nasıl karşılarsınız ne söylersiniz... Bunları çok da düşünmek istemiyorum. Elimde kanıtım da yok. Yani tamam ben bazı şeylere tanık olmuş olabilirim ama bunları size gösteremem. Tek isteğim inanmanız. Biliyorum belki önceden söylemedim diye kızabilirsiniz ama bu benim içinde zordu."
Kendimi kaptırdığım konuşmayı Siraç abi böldü.

"Dila söylesen mi artık? Yine artan heyecandan çok konuştun. Sakin ol, sana ne dedim düşün. Abin de burada biz sana inanırız asıl konuya gel."

Derin bir nefes aldıktan sonra konuya girdim.

"Zeynep'in telefon konuşmasına şahit oldum. İnşaat ile ilgili konuşuyordu, karşıdaki kişiye; 'Bunu nasıl yaparsın! 12 insan öldü.' Dediğini duydum. Zeynep ile bu konuda konuşamadım, saklayacağını düşündüm. Kendi başıma halledebileceğim bir şey de değildi. Bu yüzden düğün günü Yusuf abi ile konuştum. Fakat o inanmadı. Kardeşi olduğu için ona da hak veriyorum." Konuşmam sırasında yüzlerine baktığımda şaşkın ve büyümüş gözlerle karşılaştım. Ani duraklamamdan sonra devam ettim.

Efsunkâr Where stories live. Discover now