17, what happened between you two

Start from the beginning
                                    

Başımla onu onayladım ve burnumu çekerek gözlerimden düşen yaşları sildim.

"O zamanlar saraydaki küçük çocuklardık hepimiz. Jungkook ve So-Yeun çocukluk arkadaşlarıydı. O zamanlar birbirlerinden hiç hoşlanmazlardı. Onlar on dörtlü yaşlarındayken Jungkook'a bir şeyler oldu. Çok soğuk bir insandı, küçük bir çocukken annesinin eteğinden asla ayrılmazdı fakat sonra ne oldu bilmiyoruz. Değişti. Hem de çok..."

Jisoo, bakışlarını ellerinden çekti. "Sonra bir gün So-Yeun ile onları öpüşürken gördüm. Seninle evleneceğini herkes biliyordu ve bunu yapmalarının yanlış olduğunu biliyordum. Çünkü sen vardın, her şeyden bihaberdin aynen şu an olduğun gibi..."

Kafamla onu gelişigüzel onayladım. Ben, zindan hayatı gibi bir çocukluk yaşamıştım fakat aldığım karşılık buydu... Hayat gerçekten adil değildi.

"So-Yeun'u binlerce kez bunun yanlış olduğuna dair uyardım fakat o dinlemedi. Jungkook ise farklı davranıyordu. Bazenleri So-Yeun ile görüşüyordu bazenleri ise kimseyi yanında istemiyordu. Aradan bir iki yıl geçti, on yedi yaşlarında olmaları gerekiyor." dedi ve hafızasını yoklarken kaşlarını çattı Jisoo.

"Çok büyük bir kavga ettiler. O gün bugündür So-Yeun ve Jungkook konuşmuyorlar bile."

Şaşkınlıkla ona baktım. Oysaki So-Yeun Jungkook'un onunla konuştuğundan, onu metresi olarak kabul edeceğinden bahsetmişti.

"Ama onu duydum." dedim şaşkınlıkla Jisoo'ya bakarken. "So-Yeun, Jungkook'un ok talimi yaptıktan sonra onunla konuştuğundan bahsediyordu."

"Ne gün?" diye sordu Jisoo.

"İki gün önce."

"İmkânsız," dedi Jisoo bana bakarken. "Prenslerin ok talimleri haftanın salı, çarşamba ve cumartesi günleridir. Bugün pazar günündeyiz ve So-Yeun, ailemin yanından cuma günü döndü."

"Yani yalan mı söyledi diyorsun?"

Jisoo kafasıyla beni onayladı. "So-Yeun benim üvey kardeşim ve doğruyu söylemek gerekirse onu ne kadar seviyorsam bir o kadar da nefret ediyorum. Gözünü hırs bürüdüğünde yapamayacağı şey yoktur."

Derin bir nefes verdim. Göğüs kafesimin içerisinde sıkışan kalbim rahatlamıştı.

"Benim orada olduğumu fark etmiş olmalı."

"Aynen öyle," dedi. "Sen bir sakinleş. O, seni bu şekilde aradan çıkaracağını düşünüyordur ama sen bu şansı ona Jungkook'tan uzak durarak verme. Bırak, kendi kazdığı çukura düşsün."

"Yine de bilmiyorum işte," diye mırıldandım. "Bir geçmişleri var ve So-Yeun bu saraya ait bir leydi. O, hep göz önünde olacak ve Jungkook belki de onu her gördüğünde hatıralarını hatırlayacak."

"Jungkook'un ne hissettiğini bilemem ama So-Yeun'u biraz tanıyorsam geri adım atmayacaktır."

İşler daha da sarpa sardığında omuzlarım düştü. Jisoo, ellerini omuzlarıma çıkardı ve destek vermek adına hafifçe sıktı. "Sen gerilme," dedi. "Bir şeyler düşünürüm ben şimdi."

Güldü ve benim de neşemi yerine getirmek adına işaret parmağını şakağına dayayarak gözlerini kıstı. "Ne yapıyorsun, unni?"

"Düşünüyorum, Rosie." dedi. Parmağını şakağına daha çok bastırdı.

Aradan geçen birkaç dakikanın ardından "Buldum!" diye şakıdı ve heyecanla oturduğu yerden doğruldu. "Kaçan kovalanır psikolojisi yapacağız."

"Nasıl yani?" dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Şöyle düşünelim," dedi ve ellerini belinin arkasında birleştirerek yürümeye başladı. Böyle hocam Bang Si Hyuk'a benziyordu. "Bir tavşanımız ve bir de avcımız var."

"Tavşan ben miyim?"

"Elbette sen değilsin, sen buradaki avcısın! Tavşan da bizim Kookie."

"Kookie mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Ellerini havada geçiştirmek adına salladı ve "Jungkook'un takma adı işte." dedi.

Kookie. Bunu sevmiştim.

"Jungkook'un seni kovalamasını bekleyemeyiz çünkü o biraz somurtuk, içine kapanık bunağın teki. Bir de duyguların emin değiliz."

"Duygularından emin değiliz mi?"

"Yani, ona aşık olan sensin...-" dediğinde cümlesinin devamını getirmeden atıldım. "Ben ona aşık falan değilim!"

"Aşık değil misin? Bunun kavgasını yapamam şimdi, dışarıda insanlar bizi bekliyor." dedi ve yüzünü buruşturarak bana baktı Jisoo.

Gözlerimi devirdim ve konuşmasını devam ettirmesini bekledim. "Sen, Jungkook'u kovalayacaksın. Jungkook da kaçacak, sonra artık bir ormana girersiniz falan gerisi size kalmış özel anlar."

"Unni!"

"Tamam, bir şey demedim." dedi ve ağzına hayali bir fermuar çekti Jisoo. "Bunun tutma olasılığı kaç?"

"Yüz," dedi Jisoo. "Jungkook küçükken de kovalanmaktan çok hoşlanırdı."

Ben ters ters ona baktım. Jungkook'u kovalayan kişinin So-Yeun olmadığını hayal etmek istiyordum.

"Kovalayayım yani?" diye sordum emin olmak için.

Jisoo, kafasını salladı. "Kovala kovala."

Aklıma gelen anılarla hafifçe gülümsedim. Jisoo unni gerçekten buradaki en büyük destekçimdi. Ona çok şey borçluydum.

Ben anıların arasında kaybolup gitmişken odanın kapısı açıldı. İçeriye giren adım seslerini bile tanımaya başlamam, buraya ne kadar uyum sağladığımın bir işaretiydi aslında ya da ona alışmaya başladığımın...

"Rosie?" diye sakince ismimi dillendirdiğinde, tınısındaki aksan bile beni burada mayıştırmıştı. Neden ismimi bu kadar güzel dile getiriyordu?

"Efendim?" diye sordum yorgunca. Jungkook, bu sakinliğimi beklemiyormuş gibi şaşkınca kıpırdandı arkadan. "Sen iyi misin?" diye sorduğunda başımı hafifçe ona doğru çevirdim.

"Seninle konuşmam gereken bir şey var." dediğimde Jungkook kafasıyla beni onayladı. Merakla bana doğru ilerlemeye başladığında çaprazımdaki koltuğa oturacağını düşündüm fakat beni yanıltmayı seçti.

Yanımdaki diğer mindere oturdu.

O da benim gibi bacaklarını kendine çekti ve kollarını bacaklarının etrafından geçirip çevreledi. Başını kollarına yaslayıp bakışlarını bana çevirdi.

Yüzümüze vuran turuncu ışık, öyle hoş gözüküyordu ki... Özellikle o. O çok güzel görünüyordu. Derince gülümsedim ve bakışlarımı güzel çehresinden alarak ateşe çevirdim. Meraklı bakışları benim yan profilimde geziniyordu.

Birkaç saniye kendimi teşvik ettim. Gerçekleri bir de onun ağzından duymaya hazırlıyordum kendimi...

Bakışlarımı tekrar onun yüzüne çevirdiğimde yüzümdeki gülümseme silinmişti.

"Kim So-Yeun ile aranda ne geçti?" 

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now