Çardaklardan birine dizilmiş tayfaya ulaştığında bakışlarım, Ha Neul ile oraya yürüdük. Birazdan ortaya geçip duyuru yapacaktım fakat önce Alyssa ve Justin'in ne alemle olduğunu öğrenmek istiyordum.

"Nerede ya şu pasta!" dedi sahte bir sinirle Justin. "Turist gibi hissediyoruz biz burada. Kimse bizimle ilgilenmiyor. Senin kız yarım yamalak ingilizcesiyle bizi anlayabilen tek insan."

"Justin!" derken omuzuna geçirdi bir tane Alyssa ve bana döndü. "Hayatım biz iyiyiz, bakma sen buna. Jimin uğruyor yanımıza arada."

"Ahh Jimin ya..." dedi Ha Neul masaya otururken. "Sahiden nerede o Jimin?"

"Pardon?" diye bir ses girdi araya. "İsmimi duydum geldim." Hızla aramıza karışan Jimin de masaya kondu. "Pasta kesileceğini duyup da gelmiş olabilirim ya da. Dürüst olalım."

Masada oturan fakat sanki masadan bağımsız takılıyormuş gibi duran Yoongi, Jimin'i anlamış gibi güldü.

Jimin, Yoongi'yi görünce dil değişimi yaptı anında. "Aigoo, siz burada mıydınız Yoongi hyungnim?"

Yoongi'nin varlığı ile yokluğu birdi. Bunu ima eden Jimin'e karşılık Yoongi hızlıca surat ifadesini değiştirdi. "Boş konuşma Jimin-ah."

"Pekala, herkes tamam olduğuna göre... Kocamı gören oldu mu?" diye sorduğumda Ha Neul kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Ben gördüm, Cho Hee teyzenin oturduğu çardağın oradaydı. Taehee de onlarla sanırım." dedi Jimin.

Rahatlarına bakmalarını söyledikten sonra Jimin'in keklerden biraz daha istediğini umursamayarak yanlarından ayrıldım. Jimin'in canı bir şey istiyorsa, gider alırdı çünkü.

Yüksek sesli müzik, ortamın enerjisini canlı tutmakta son derece başarılıyken sonunda Ha Neul'ün annesiyle sohbete dalmış Cho Hee annemi görmüştüm. Fakat ikisini bölmeden bahçenin arkasına doğru hızlı bir dönüş yaptım çünkü ne Taehyung buradaydı ne de Taehee. Baba kız saklambaç falan mı oynuyorlardı? Pasta keseceğimiz anda ortadan kaybolmaları şaşırtıcıydı.

Sonunda biraz daha yürüdüğümde Taehyung'u kolları göğsünde, yüzündeki güzel tebessümle dikilirken buldum. Baktığı yönden neşeli çığlık sesleri kulaklarımı doldurdu, tam o esnada babasına doğru koşmakta olan kızım da görüş alanıma girdi. Fakat beni görmesiyle aniden yönünü değiştirdi. Çığlık çığlığa bana ulaşmaya çalışırken kahkahalarıyla birlikte adımları da büyüyordu.

"Gel buraya!" dedi tanıdık bir ses, kızımın peşinde koşuyordu.

Bakışlarımı kızımdan alıp ona kaldırdığımda görmeyi beklemediğim kişi, beni sürpriz gelişiyle son derece afallatan Jungkook'tu.

"Anne!" dedi neredeyse düşecekken Taehee. Ondan hala kaçıyorken neredeyse bana yaklaşmıştı.

Fakat Jungkook, onun düşmesine izin vermeden hızlıca belini kavradı ve tek hareketiyle kucağına kaldırdı. "Hop!" Kucağına yerleştirdiğinde Taehee'yi, kızım gülmekten nefes almakta zorlanıyordu. "Yakaladım seni aslan parçası!"

Taehee, boynuna öpücükler konduran Jungkook'u itmeye başladı. "Ben aslan parçası değilim!"

"Baba!" dedi ardından mızmız bir ses tonuyla. "Söylesene, ona bir prenses olduğumu söyle."

Taehyung gülerek yanıma geldi ve kolunu belime sararken Jungkook ve Taehee'ye döndü.

"Prenses mi?" derken kaşlarını çattı Jungkook. "Sen prenses olamayacak kadar güçlü bir kızsın."

Taehee gerçekten öyleydi. O kadar güçlü ve cesur bir kız olmasaydı belki ikimiz de yaşamıyor olurduk. O beni de kurtarmıştı. Gelişi bir mucizeydi.

Love Affair: Upside Down Where stories live. Discover now