*10

904 66 74
                                    


Natasha uykusundan sarsılarak uyandırıldığında, nerede olduğunu anlaması birkaç saniyesini aldı.

Önce oturduğu yere, ardından altındaki adama ve adamın boynuna doladığı parmaklara bakarken nefesi hâlâ düzene girmemiş, öksürmemek için kendini güçlükle tutuyordu.

Titreyen parmaklarını adamın boynundan çekerken, kendisine bakan mavi gözlere bakmaya cesaret edememişti. Elleriyle yüzünü kapatırken, ne ara adamın üzerine çıktığını veya neden uykusunda onu boğmaya çalıştığını açıklayacak bir neden bulamıyordu.

Huzurlu bir uykuya dalmıştı. Yıllar sonra ilk kez gülümseyerek ve güvende olduğunu hissederek uyumuştu. Bu, hayatın ona ne olursa olsun kabuslarının peşini bırakmayacağını gösterme şekli miydi?

Üzerinde oturduğu beden hareketlendiğinde, Bucky'nin onu üzerinden itekleyeceğini düşündü. Uykusunda onu boğmaya çalışan birine karşı sevgi göstermesini elbette beklemiyordu.

Ona kolaylık sağlamak için kendini yana doğru atacakken, beline dolanan parmaklar hareket etmesine engel oldu. Ve Natasha ne olduğunu bile anlamadan, Bucky kucağındaki kadınla birlikte oturur pozisyona geçmiş, sırtını da yatağın başlığına yaslamıştı.

"Bir şey olmadı, iyiyim. Bana bakar mısın?" Yüzünü kapattığı ellerinin üzerinde adamın sıcak parmaklarını hissetti. Elleri yüzünden çekilirken itiraz edecek gücü ise kendinde bulamadı. Vücudu hâlâ titriyordu. Ellerinde veya vücudunun geri kalanında güç kalmış gibi hissedemiyordu.

"Natalia?"

Çenesinin altındaki el yüzünü hafifçe yukarıya kaldırdı. Gözlerini kaçırmaya çalışsa da, kendisine bakan gözleri görmezden gelemiyordu. Özür dilemek istiyordu. Bilerek yapmadığını söylemek, bir dahaki sefere böyle bir şey yapmayacağının teminatını verebilmek istiyordu. Ama dilinden bunların hiçbiri dökülmüyordu.

Çünkü gerçek çok daha farklıydı.

KGB'nin, neden onları yatağa kelepçelediğini şimdi anlayabiliyordu. Yarattıkları canavarları en iyi kendileri tanıyorlardı.

"Beni uykumdan uyandırdın ve şimdi de konuşmuyor musun?"

"Tek sorun uyandırmış olmam mı?" Gözlerini adama dikerken yarı uykulu bir ses tonuyla sordu. Parmakları tırnaklarının ucundaki etleri soyuyor, canını yaksa da oldukları yerden ayrılmıyorlardı.

"Daha kötü uyandırıldığım zamanların olmadığını mı sanıyorsun?"

Natasha kafasını sallarken burnunu çekti. Yeni uyandığı için mi, yoksa bir çocuk gibi adamın kucağında oturduğu için mi bilmiyordu ama bastıran ağlama isteğine engel olamıyordu.

"Yoksa ağlayacak mısın?"

Bu sefer de kafasını iki yana salladı. Eğer konuşsaydı, sesinin titreyeceğini biliyordu. Güçlü görünmek gibi bir derdi hiçbir zaman olmamıştı. Ama nedense o an, kendisine hakim olabilmeyi istemişti.

"Karşılıklı susacak mıyız?"

Dudağını ısırdı. Ellerini sonunda iki yanına serbest bırakırken sağ eliyle adamın üstündeki geceliğe hafifçe tutundu. "Özür dilerim. Sana onları hatırlatmak istememiştim."

Adamın tepkisini ölçmek için gözlerini ondan ayırmadı. Bucky'nin gözleri önce hafifçe büyümüş, sonra yeniden eski haline dönmüştü. Yüzünde şefkatli bir ifade vardı. Eğer aralarındaki sınırları bilmeseydi, adamın onu o an sarıp saklamak istediğini düşünürdü. Ama aynı zamanda hiçbir şeyin bu şekilde toz pembe olmadığının farkındaydı.

We'll Always Have the MoonWhere stories live. Discover now