*6

789 78 58
                                    

Gece, Bucky için pek de uyku zamanı olmamıştı. Zaman zaman Natasha'nın ateşini kontrol etmiş, bazen dışarı çıkıp hava almış, bazen de mutfağa atıştırmaya gitmişti.

Yeni hayatına, emir almadan yaşamaya alışmaya çalışıyordu. Elbette oradan kurtulduğu için şikayet etmeyecekti ama yapacak bir şeyin olmayışı da canının sıkılmasına neden oluyordu. Hiçbir şey yapmadan, kafasındaki görüntülerin gitmesini bekliyordu. Öldürdüğü yüzlerin, duyduğu acı dolu inlemelerin hafızasından tekrar silinmesini istiyordu ama o kadar şanslı olmadığını biliyordu.

Elindeki çikolata paketini inceledikten sonra ucunu yırtarak bir ısırık aldı. Ağzında dağılan çikolata yüzünde garip bir ifade oluşturmuştu. Aldığı tat- farklıydı? Onun hayatı zevk almak üzerine değil, emir almak üzerineydi. Kendi isteğiyle en son ne zaman bir şey yaptığını hatırlamıyordu bile.

Çikolatanın kalanını da ağzına attıktan sonra, paketini çöpe atarak elindeki suyla birlikte mutfaktan çıktı. Natasha hâlâ koltukta uyuyordu. Kıza doğru yaklaştı, elindeki suyu ise masanın üzerine bıraktı.

Onu uyandırmadan elini alnına götürdüğünde, kızın ateşinin olmadığını fark ederek geri çekildi. Anlaşılan sadece uyuyordu. Bardağı bıraktığı masaya kendini yükselterek oturduğunda, ahşabın gıcırdama sesine aldırmadı. Elindeki suyu yudum yudum içerken bakışları Natasha da, aklı ise anılarındaydı. Sadece, aradaki boşlukları doldurmak istiyordu. Yok olan kısımları da hatırlamak istiyordu. Parmaklarını cam bardağın üzerine ritimle vururken, Natasha esneyerek yerinden doğruldu. Bunun ile birlikte kış askeri bakışlarını hızla yan tarafına -camın olduğu yere- çevirdi.

Natasha uykunun ve hâlâ üzerinde olan kırgınlığın etkisiyle bulanık gözleriyle etrafa bakındı. Bakışları masaya yaslanan adamı bulmamış, sadece mutfağa doğru göz atmıştı. Odada yalnız olduğuna kanaat getirdiğinde ise, üzerine örtülmüş olan siyah hırkaya gözlerini kısarak bakmış, sonra da kenara bırakmıştı. Bucky ise, görünmez olmak için çaba harcıyor gibi, iyice cama doğru sinmişti. Gece kızı kontrol edip, üzerine üşümemesi için bir hırka örtse de, onunla göz göze gelmek istediğine emin değildi.

Kendine inanamıyordu. Zayıflığını küçümsediği bir kızla göz göze gelmeye korktuğuna inanamıyordu. Ama gerçek buydu. Bucky onun karşısında bir kez duvarlarını indirmişti ve şimdi yeniden inşa edecek gücü kendisinde bulamıyordu. İstediğinden de emin değildi ve belki de onu en çok korkutan buydu. Natasha ona sadece bir kez gülümsemişti.

Sadece bir gülümseme, ona nasıl bu kadar iyi hissettirebilmişti?

Nasıl bir gülümsemede Rebecca'yı, Steve'i, annesini, tanıdığı dostlarını ya da geçmişine dair sevdiği her şeyi bulabilmişti? Yıllar onu sevgiye böylesine mi muhtaç etmişti, tanıdığını bile iddia edemeyeceği bir kızın gülümsemesini gözlerini her kapattığında görmesinin nedeni yine bu muhtaçlık hissi değil de neydi?

Ne olduğunu bile fark etmezken, elindeki bardak demir parmaklarının arasında kırıldı. Bardağın dibinde kalan su, cam parçalarıyla birlikte yere dökülürken, Bucky onlara gözlerini kırpıştırarak baktı.

Kafasını kaldırmadan önce, Natasha'nın da mutfak kapısının önünde durup kendisine baktığını görmemişti. Birkaç saniye bakışlarını kaçırmadan ona baktı. Ama sonunda pes eden yine kendisi olmuştu. Ne olursa olsun, Natasha'ya her baktığında, kız gözlerini ondan çekmiyordu. Bu düşünce, Bucky'de asıl korkağın kendisi olabileceği düşüncesini uyandırdı. Görünüşe bakılırsa, kadının ondan korktuğu yoktu.

Bakışlarını yere yöneltirken, ayaklarını iki yana genişçe uzatmış, cama basmadığından emin olmuştu. "Ben toplayabilirim." Natasha'nın önerisini görmezden geldi.

We'll Always Have the MoonWhere stories live. Discover now