*5

725 81 37
                                    


Profesörün evini almanın en büyük avantajı Bucky'e göre içindeki eşyalardı. Açtığı diz üstü bilgisayarın internet ağını kontrol ettiğinde gizli ağ olduğunu fark etmişti. KGB, kış askerine öğrettiği teknolojik bilgiler için muhtemelen pişmandı.

Gizli ağda olduğunu görmesine rağmen kendinde parmaklarını klavyede gezdirecek gücü bulamıyordu. Neye bakacağından da emin değildi. Onlarca yılın ardından yaşayan bir tanıdığı olduğunu sanmıyordu.

"Senin bir ailen yok. Tanıdığın kimse yok. Sevdiğin kimse yok. Sen bir hayaletsin." Gözünün önüne gelen anıları kovmak istercesine kafasını salladı. İşe yaradığı söylenemezdi. Geçmişine dair hatırladığı her bir güzel anı, yanında bir kabusu getiriyordu. Bilgisayarı masada ileriye doğru itip demir parmaklarını saçlarının içinden geçirdi. Aklını toparlayamıyordu. Bu tehlikeliydi. KGB'nin bir sonraki hareketini tahmin edebilmeliydi. Ama onun tek yaptığı geçmişinin içinde debelenmekti.

Ellerini saçından çekti. Sandalyeyi geriye doğru ittirdiğinde ahşap zeminden bir çıtırtı sesi gelmişti. Buna aldırmadan adımlarını kapalı cama yöneltti. Rusya'da hava her zaman soğuktu ama Bucky buna alışmıştı. Ya da serum sayesinde, artık soğuğu hissedemiyordu. 

Ay görünmüyordu. Sokak lambası da olmadığı için dışarıya dair görülen tek şey içerideki ışığın etkisiyle cama yansıyan kar yağışıydı. İstemediği anılar beynine doluşurken istemsizce parmaklarını yaslandığı duvara hafifçe bastırdı.

Saçlarını çeken bir elin soğukluğunu hissediyordu. Ellerindeki elektrikli kelepçe canını yakarken geriye kaçamadı.

Zaten hiçbir zaman da kaçamamıştı.

Yutkunmaya çalışırken midesine yumruk yemiş gibi hissediyordu. Nefes alış verişi arasındaki sürenin azaldığını fark edebilmişti, yine de nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. İki eliyle kulaklarına bastırırken vücudu kendini taşımaktan aciz bir şekilde, yere çömeldi.

Panik atak denilen şey buydu, o an öğrenmişti.

Bu anı yaşayışı ilk değildi. Ama o zaman bunun verilen ilaçların etkisi olduğunu sanmıştı. Ya da panik yapabilecek bir kişi olduğunu hiç düşünmemişti. Ama şimdi, duygularını saklaması için bir neden yoktu. Zayıf yönleri de olduğunu, bir insan olduğunu kabul edebilirdi. James Buchanan Barnes bir makine değildi, hiç bir zaman da olmamıştı. Bunu inkar etmesi için bir sebep kalmamıştı.

Ne ara kapattığını bilmediği gözlerini açtığında kendine bakan parlak gözlerle karşılaştı. Anlık kendini koruma iç güdüsüyle geriye çekilip eliyle başını korumaya çalıştığında, kızın yüzündeki şaşkınlığı görebilmişti. Karşısındakinin Natalia olduğunu fark etti ve nefesini bıraktı.

Odada canını yakabilecek kimse yoktu. Korkması anlamsızdı.

Natasha konuşmak konusunda tereddütlüymüş gibi birkaç saniye bekledi. Bir şey demek yerine Bucky'e elindeki bir bardak suyu uzattığında kış askeri uzanarak suyu aldı. Tıpkı kendisi gibi, kızın da parmakları birbirine değmeden hızla geriye çekildiğini görmüştü.

Soluklanmak için biraz durduktan sonra elindeki suyu yudum yudum içti. İtiraf etmek istemese bile, yanında birisinin oluşu güvende hissettiriyordu. Eğer hali olsaydı, buna gülebilirdi de. Natalia kollarının o haliyle kendini savunabilirse şanslıydı. Bucky'e bir yararı olmayacağı kesindi. İçten içe vicdanının sızladığını da inkar edemezdi. O kadar acımasız olmasına gerek yoktu ama o, nefretini söndürebilecek birini aramıştı. Şimdi ise o kişinin yanındaki kız olmamasını dilerdi.

We'll Always Have the MoonWhere stories live. Discover now