Slyvia'nın da harika göründüğünü söyleyemezdi. Arkadaşı felaketten kurtulmuş bir kazazedeyi andırıyordu. Uzun, her zaman bakımlı ve parlak görünen kestane rengi saçlarını tepesinde toplamıştı. Üstünde ona en az iki beden büyük duran eskimiş bir tişörtten başka bir şey yoktu. Rengi bembeyazdı, gözaltları ise ten rengine kıyasla fazla mor ve şişti. Ağlamıştı.

Bella'nın kalbi sızladı. Gözlerinin yeniden dolduğunu hissedebiliyordu.

Yeter artık ağlama.

''Devlet mi?'' Slyvia'nın kaşları öfkeyle çatıldı. ''Kazıların nasıl yapıldığını biliyorum, bana anlatmaya kalkışma sakın! Onların denetiminden böyle bir şeyin kaçmasına imkân yok. Ne demek istediğimi anlıyor musun Wallace? Burada kesinlikle ters giden bir şeyler var! Başlarına bir şey gelmiş olmalı, 12 kişiden haber alamamamızı daha iyi nasıl açıklayabilirsin?''

Slyvia konuşurken bir yandan tırnağını kemirmeye başladı. Gergin olduğu zamanlarda sürekli yaptığı bir tikti.

''Hala bana inanmıyor musun? Tamam, canın cehenneme!''

Slvia öfkeyle telefonu kapatıp yatağın üzerine fırlattı. Yaşlar sinirle kararmış gözlerinden aşağı akarken bir yandan söylenmeye başladı. ''Lanet herif, devletin gözetimi altında çalıştıklarını bende biliyorum. Aptal. Tamam, sana da ihtiyacım yok. Kendi başıma halledebilirim.''

Bella arkadaşının yatağın ucuna oturuşunu ve elleriyle yüzünü ovuşturmasını izledi. O kadar yorgun duruyordu ki her an boylu boyunca yere devrilebilirmiş gibi bir hali vardı, fakat kahverengi gözlerindeki kararlılık bir başka söylüyordu.

''Ters giden bir şeylerin olduğunu biliyorum. Biliyorum işte.'' Slyvia kendi kendine mırıldanarak yüzünü ovuşturmayı bırakıp, donuk gözleriyle odanın içine baktı. Gözleri aralık duran kapıda takılı kalınca alt dudağı titredi. ''Neredesin Bella?''

Bella'nın bir an için kalbi durdu. Burada olduğunu anlamış mıydı? Onu görebiliyor muydu? Kırılgan bir umutla kadının önünde duracak şekilde yana kaydıysa da, Slyvia onu fark etmiş gibi durmuyordu. Gözleri aynı durgunluğunu koruduğunda Bella'nın kalbi daha da sıkıştı.

''Buradayım Via.'' Onu duyamayacağını ve hissedemeyeceğini bilse de, elini arkadaşının elinin üstüne koydu. ''Tam buradayım.''

''İçimden bir ses başına çok büyük şeyin geldiğini söylüyor. Biliyorsun, içgüdülerim beni asla yanıltmaz.'' Slyvia burnunu çekerek sol yanağından akmakta olan yaşı silip, tırnağını kemirmeye son verdi.

''Başıma ne geldiğine asla inanamazsın.'' Bella sinirlerinin bozulduğunu gösteren bir gülüş koyuverdi. ''Tanrılar ve tanrıçalar aslında varlar biliyor musun? Üstelik görünüşleri hiç bizim tasvir ettiğimiz gibi de değil. Magazinlerden fırlamış gibiler.''

''Bella,'' Slyvia başını masmavi gökyüzünü gösteren pencereye çevirerek dışarıyı gözledi. Yüzü acıyla buruşmuştu, birazdan başka bir ağlama krizinin yaşanacağının habercisiydi ve Bella buna dayanamazdı. Bunun için yeterince güçlü değildi. ''Hayatta mısın?''

Genç kadın kalbine bıçağın saplandığını ve ucunun döndürüldüğünü hissetti. Yutkunamadı, başına gelenin ne olduğunu bilmesine rağmen kabullenmek canını yakıyordu. Bildiği dünyasından, sanki biri parmaklarını şıklatmış gibi aniden koparılıp alınmıştı, alışmaya çalışsa da kabullenmek daha çok onu yaralıyordu.

''Hayır Slyvia.'' Bella onunla birlikte pencerenin ardındaki güzelliği seyretti. Akmaması için direndiği yaşlar son kez özgür kalırken mırıldandı. ''Değilim.''

Mısır'ın GözüWhere stories live. Discover now