Bölüm 56

1.3K 128 23
                                    

calum

İki haftadır Jane'i görmüyordum.

Aslına bakarsanız bunu yapamayan kişi bendim. O değildi. Jane beni gördüğü her yerde bir şekilde yanıma gelmeye, benimle konuşmaya çalışıyordu. Bazı günler evde olmama rağmen dışarıya karşı içeride olduğuma dair hiçbir yaşam belirtisi vermeden, öylece oturuyordum. Elbette Jane evde olmadığıma inanacak birisi değildi. Kaç defa kapıyı çalmıştı. Telefon aramalarını, sesli ve yazılı mesajları söylemiyorum bile. Bana ulaşmak için her yolu deniyor, hiç usanmadan çabalıyordu.

Ama ben çabalarını görmeme rağmen elimin tersiyle itiyordum. İtmek zorunda kalıyordum. Çünkü iki haftadır kafamın içinde bozuk bir plak gibi dönüp duran o görüntüden bir türlü kurtulabilmiş değildim. Gözlerimi kapattığım her an, Luke Jane'i öpüyordu. Bakışlarımı ne zaman başka bir yere çevirsem, Luke Jane'i öpüyordu. Rüyamda onu öpüyordu, ben yemek yerken öylesine düşüncelere daldığım anda onu öpüyordu, müzik dinlemeye çalışırken onu öpüyordu. Benim sevgilimi öpüyordu.

O gece hiçbir şey yapamamıştım. Aslında yapmalıydım da. O piç kurusunun ağzını burnunu dağıtmalı, sonra da camdan aşağı fırlatmalıydım. Yine de böyle rahatlayabileceğimi zannetmiyordum. Çünkü öfkem sadece Luke'a değildi. Aynı zamanda Jane'e de çok kızgındım. Günlerdir her bir zerresi dayanılmaz bir acıyla kavrulan bir bedenle yaşamaya çalışıyordum. Artık o görüntüden ve onun yarattığı ıstıraptan kurtulabilmek için parmaklarımı koyu renk saçlarımın arasından geçiriyor, köklerini var gücümle sıkıyordum. Eğer canımı daha fiziksel sayılabilecek bir biçimde yakarsam tüm vücudumu kurşun gibi ağırlaştıran o yükten de kurtulabileceğimi sanıyordum.

Fakat olmadı.

Beni aldatmadığının farkındaydım. Annesinin babasına yaptıklarından sonra Jane bu konuda iyice hassaslasmıştı ve Arlene ailesine böyle bir şeyi hiç yapmamış olsaydı bile, Jane asla birini aldatmazdı. Böyle bir kız değildi. Bazen... kendi kalbinin ne kadar kırıldığını bile önemsemezdi ki. Çok kırılgandı, naifti, şimdi düşününce bile dudaklarıma samimiyetten yoksun olmayan bir tebessümün yerleşip; içimdeki sızıyı hafifletecek bir ılıklık yayılmasını sağlayabilecek kadar güzel bir kalbi vardı. Orada kötülüğün tek bir zerresine bile yer yoktu. Ve ben bunu Jane'i tanıyarak, zamanla görmemiştim.

Penceremde bir yandan sigara içip, öte yandan Reina ile konuşurkenki akşam onunla göz göze geldiğim anda görmüştüm.

Ama Jane'e yakın olmak ilk başlarda çok zordu. Çünkü çekingendi, sessizdi, kendi halineydi. Üstelik onu tek başına yakaladığım zamanlar sadece evde olduğu zamanlar oluyordu. Cassie ile yapışık ikiz gibi dolaşıyorlardı ve bazen, onu evde bile tek bulamıyordum.

Tüm bunlara rağmen, Jane'i uzaktan izlemenin tarif edilmesi imkansız olan bir güzelliği vardı. İncecik parmaklarının arasına sıkıştırdığı kalemle defterlerine, kitaplarına, ufak kağıtlara aldığı notları hiç sıkılmadan seyredebilirdim. Ders çalışmaktan nefret ederdim. Bana göre çok sikik bir olaydı. Ama Jane'i ders çalışırken izlemeyi seviyordum. Çünkü o bunu severek yapıyordu. Dümdüz olan uzun, turuncu saçlarını hemen toplar, masaya bütün eşyalarını yayardı. İlk zamanlar onu penceremden gizli gizli seyrettiğimde, Arlene'in ona yiyecek, içecek bir şeyler getirdiğini görüyordum. Annesini görünce yüzü aydınlanıyordu. Arlene ona getirdiklerini masasının bir köşesine dikkatlice koyduktan sonra başının üstünden öper, saçlarını severdi. Kızıyla gurur duyan bir anne olduğunu anlamak için pek fazla kanıta ihtiyacınız yoktu.

You Belong With Me || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin