'19|lips on fire

1.9K 218 59
                                    

Smok'un koruduğu Gemma.

Yağmurun sürdüğü yumuşak toprakların üzerinde savsak adımlarla yürüyordum. Gücüm kalmamıştı. Ormanın derinliklerinde, başıboş ve avcısına zorluk çıkarmayacak yorgun bir av gibiydim. Doğduğumdan, annemin rahmine düştüğümden bu yana defterime kanlı mürekkep sıçramış, sayfaların her biri ruhum gibi çürümeye başlamıştı. Acılar içinde kıvrandığım yoktu ya da hayata isyan ettiğim. Sadece hiçbir şeyi anlamlandıramıyordum. Annemin aptal fantastik bir kurguya kurban gitmesini, etrafımdaki herkesin bu çamurlu bataklığa çekildiğini zannederken bataklığın tam ortasında benim olmamı ve onları çekmemi.

Suçluluk duygusu her yerdeydi. Annemin ya da büyükannemin kaderi benim seçebileceğim bir şey değildi yine de tüm hücrelerimde hissediyordum bu duyguyu. Lona'yı benim yüzümden dönüştürmüşlerdi, kitabı ve beni kullanabilmek için. Arkadaşımdan huzura erebileceği bir ölüm çalmıştım ve bunun doğruluğu kafamda gel gitlere neden oluyordu. Seçim günü eve dikilen korumalar, baloda beni saklama çabaları.

Ben mühürdüm.

Beni koruyan ateş ise Smok'dan başkası değildi.

"Tanrım." Gözyaşlarından önümü göremediğimde ıslanan ve yüzüme yapışan saçlarımı parmaklarımla toplayarak geriye atmış ve kesik bir nefes vererek havada buharlaşmasını izlemiştim. Ormanın derinliklerinde kasabalıların uğramadığı, lanetli olduklarını düşündükleri yerdeydim. Üç kız kardeşi temsil eden üç yaşlı ağacın ortasında.

Diğer ağaçların arasından özenle seçilmiş, birkaç kilometre aralarında boşluk oluşturarak derin bir daire çizmişti. Çizilen derin daireyi saran birkaç metrelik çukur, insanların geçmesini önlemek ya da uyarmak içindi. Çukura saplanmış kırmızı tabelaya çarpı işareti konulmuştu. Çukurdan bacaklarımı genişce açarak atlamış ve burnumu çekerek nefes almaya çalışmıştım. Ya doğru değilse? Ölümü göze alarak anlattığı kelimeler sahiden masaldan ibaretse? Büyükannemin ya da annemin bunlarla hiçbir alakası yoksa ne yapacaktım. Yapabileceğim en iyi şey sevinmek olurdu çünkü lanetli fısıltıların üzerinde doğmuş ve ateşten bir gücü taşıyacak olan mühür olmak istemezdim. İnanmak istemesemde azıcık kalan mantığım her şeyi kadının anlattıklarına çıkarıyordu.

Krew'in beni saklamak istemesi, Jimin'in konuştuğumuz akşam 'özelsin,kanında var' demesi ve söylediği her bir kelimenin buraya çıkıyor olması. Büyükannemin ölen kız kardeşleri olduğunu biliyordum ve sadece her şeyin tesadüf olmasını istiyordum. Mühür ya da her ne saçmalıksa daha güçlü bir karaktere verilebilirdi, taşıyabilecek birine.

"Ben o kadar güçlü değilim. Onların hiçbiriyle savaşamam."

Dedim büyük ağaçların gölgesinde eğilirken.

"moc jest we krwi"

Keskin fısıltıyla avuçlarını kulaklarıma kapatıp çığlık atmış ve ağaçlara saklanan kargaların uçuşarak güneşin batarken kızıla çaldığı gökyüzünde kara bulutlar gibi süzülmesine neden olmuştum. Fısıltıdan çok genç bir kızın kulağıma yaklaşıp son gücüyle tiz bir şekilde bağırması gibiydi. Zihnimde dolanan kargaları da uçurtmuş ve ağaçların önünde diz çökmemi sağlamıştı.

"krew jest wszędzie"

Daha kalın bir çığlık diğer kulağımda inlediğinde tekrardan bağırmış ve hıçkırıklarımın arasından nefes almaya çalışmıştım. Dünyada duyabileceğim en yüksek sesi duymuşum gibi çığlıkların ardından yüksek çınlamalar duyuyor ve bitmesi için tanrıya yalvarıyordum.

"Sus artık!"

Tüm vücudum yağmur damlalarının düştüğü yumuşak toprağa serilmişti. Vücudum alev alıyordu, gözlerimin kanla dolduğunu hissettiğimde göz kapaklarımı açamadığım ve her zamankinden daha güçlü olan fısıltıların ne dediğine anlam veremeden öylece ağlamaya devam ettim. Dayanılır bir işkence değildi, kulaklarımda değil zihnimdelerdi ve onları susturmak imkansızdı. Kanımın damarlarımdan çekildiğini hissettiğimde gözlerim sonuna kadar açılmış, içimde anlam veremeyeceğim kadar büyük bir kin birikmişti. Fısıltıların kan istediğini anlıyordum, intikam istiyorlardı.

krewWhere stories live. Discover now