Try Not to Breath

260 20 7
                                    


XXIX.

Hala aynı durumdaydılar. Draco'nun elleri Hermione'nin yüzünü terk etmemişti. Çene kıvrımında parmak uçlarını hissedebiliyordu. Gözleri unuttuğu bir mavinin renginde parıldıyordu. Öfkeli değildi, hayır. Hermione'yi merakla inceliyordu ama o gözlerde başka bir şey daha vardı. Yaşamayan birinin anlamadığı daha gizli, ağır bir şey. Hermione gözlerini kapayıp açtı. Birkaç şey daha belirgin hissedilir olmuştu; nefes almak, başka birine temas etmek, soğuk, sıcak... Draco. Uzun zamandır uyuşturulmuş birinin hayata geri dönmesi gibiydi. Hissedebiliyordu. Unuttuğunu sanmıştı ama hissedebiliyordu. Şimdi olmamasını dilerdi, önceden Draco'nun her iğneleyici cevabına sırıtırken hissetmenin nasıl bir şey olduğunun hatırlamayı. Şimdi değil, Draco'nun söylediği o son şeyden sonra değil.

"Neden ölmek istiyorsun Draco? Neden şimdi?" diye sordu alçak sesle.

Yüksek sesle konuşursa her şeyi yok edebilecekmiş gibi hissediyordu. Draco konuşmak istiyordu, cevap vermek. Ama tek cümlede toparlayabileceği kadar basit bir şey değildi ki düşünmeden açıklayabilsin. Hermione'nin bunu saçma ve mantıksız bulacağına adı gibi emindi, bu yüzden tereddüdünü gizleyemiyordu.

"Ben zaten yaşamıyorum ki." dedi sakince.

"En azından senin bildiğin anlamda. İki şeyin ortasında sıkışıp kalmış gibi hissediyorum; yaşam ve ölüm. İkisinden de bir parça alabiliyorum ama tam olarak değil."

İç geçirdi, zorlanıyordu. Baş parmağı ile Hermione'nin çenesini okşadıktan sonra elleri Hermione'nin çenesinden kayıp iki yanına düştü. Yaşamayan biri için çok yabancı bir duyguydu anlatmaya çalıştığı. Onu tarif edebilecek uygun kelimeleri doğru sırayla dizmek bile ancak Edgar Allan Poe gibi bir yazara mahsustu. Hermione'nin sorgulayan bakışlarından kaçmak istedi ama arkasına dönmek istemiyordu. Birkaç adım gerileyip kendini sabitledi zemine.

"Hissedebiliyorum, Hermione!" Tıslarcasına büyük bir ızdırap ile söylemişti bunları birbirlerine geçmiş dişlerinin arasından.

"Ölüm soğuğu. İçime işliyor. Kemiklerimin arasındaki çatlaklara doluyor. Hep orada, her zaman üşüyorum. Kanımın akmadığını, yerine buz gibi soğuğun içimi kapladığını düşünmeye başlıyorum. Kemiklerimin üzerinde gezen böceklerin ayaklarını bile tenimin üzerinde hissedebiliyorum. Ölü etimi kemiren canlıları. Kaslarım birer birer dökülecekmiş gibi. Acıtıyor."

Gözleri dolmuştu tarif ettiği şeyler yüzünden. Hermione'ye bunları anlatmazdı, geçmişini hatırladığı zaman diliminde bile. Çünkü aynı şimdi yaptığı gibi gözlerini hafifçe kısar, dudaklarını özür gibisinden bir şeyler söyleyecekmiş gibi aralardı. Empati kuruyor ve kendisine acıyordu. Draco hiçbir zaman acıtasyon peşinde koşan biri olmamıştı, belki de yanlış anlaşılmasının bütün sebebi de buydu. Ama artık kenarı kıvrık çarpık gülümsemesi ardında yaşadığı işkenceyi onun ölümlü bedeninden saklayamazdı. Onun yanında olmak için yıllarca çektiği acıyı öğrenmek istiyorsa öğrenecekti.

"En kötüsü de ne biliyor musun?"

Yutkundu, sesi geriden gelmişti. Dudaklarını kemirip titrek bir nefes aldı.

"Toprak. Nemli, ağır toprak. Üzerine kapanmış tonlarcası! Burada, yaşıyor gibiyim ve yaşayabileceğime inanmak istiyorum, senin yanında, yaşayamadığım hayatı yaşamak ama o toprak, Hermione. Bana kapana kısıldığımı fısıldıyor. Çıkamayacağımı. Öldüğümü. Ciğerlerimi doldurduğunu biliyorum. Tadını damağımda hissediyorum. Kokusunu burnumda. Her zaman, her gün Hermione. Her yeni lanet gün!"

Hermione'nin diyecek bir şeyi yoktu ama anlıyordu. Bu yüzden ailesinin evindeki küçük tuvalette ışıklar gittiğinde çıkmak istemişti. O gün bu ipucunu nasıl görmemişti bilemiyordu. Ve yine bu yüzden Hermione çiçeklerle ilgilenirken rahatsız olmuştu. Şimdi bile üzerine toprak atsa kaçacağına emindi. Tılsım yüzünden mezardan kurtulmamıştı Draco Malfoy, tam aksine, tılsım yüzünden mezara hapsolmuştu.

"Artık bitmesi gerek. Özgür olmalıyım. Hermione, lütfen?"

Draco, bakışlarında derin bir mağlubiyet ile bakarken Hermione kalbinin gerçek anlamda kırıldığını hissediyordu. Onu az önce suçlayan kendisi değildi sanki. Draco hayatındaki her şeyi rayından çıkarmış, Voldemort'un hayatta olduğu zamanlardan bile daha büyük bir arbedenin içine sokmuştu onu. Ron ile ilişkileri sarpa sarmış, kendinden hiç beklenmeyecek bir olayın senaryosunda başrolü çekmişti, gene de Draco'yu bırakamıyordu. Olayları bilmediği zaman bile onun orada, spontane alay cümleleri ile belirmesini beklemişti, şimdi tüm olanları gördükten, bildikten sonra onu bırakmak yapabileceği bir şey değildi. Draco'da bir parçası olduğunu biliyordu. Görmezden gelmeye daha fazla tenezzül edemeyeceği bir parçası vardı genç adamda. Onsuz boşlukta gibiydi. Draco'yu bırakması, onun tabiriyle özgürleştirmesi, onsuz olabilmeye alışması demekti ki bu imkansızdı. İnsanlar yine geçeceğini söyleyecekti ama geçmiyordu. Hermione iki ile ilgili olanları hatırladığı andan beri çok daha hayatta hissediyordu. Ron olayına kızmıştı ama bunun sebebi Draco'dan nefret ediyor olması değil, Ron için üzülüyor olmasıydı. Gerçekten de Hermione'den daha iyisini hak ediyordu. Belki onu hiç tanımasa şimdi birini, sevdiği birini incittiği için hüzün beslemezdi içinde. Çünkü Draco bile biliyordu bunu artık, Hermione Ron'u hep sevmişti. Ron Malfoy'un cep saatini yanında bulup evi terk ederken bile kendisini bırakmamasını söylemeyi istemişti. Ron'u sevmekten çok ona ihtiyacı vardı. Ron gibi birinin onun yanında olmasına. Kendisine sarıldığını hissetmek istediği kollar Ron'un kollarıydı. Draco'yu asla hissedemeyecekti. Bunu Draco'nun ölümünden hemen sonra fark etmiş ama geçmişini unuttuğu zamanlarda bile kabullenememişti. Her şeyin yüzeyine dokunma alışkanlığı buradan türemişti. Dokunduğu her yüzeyde Draco'yu aramıştı. Ona dokunduğunda sorguladığı gerçeklik kavramıyla gerçek objelerin dokusu arasındaki farkı karşılaştırmıştı, bunu şimdi anlıyordu. Unuttuğu hissetme yeteneğini Draco'nun bahşetmesi çok ama çok mantıklıydı. Asla gerçek bedenine dokunamayacağı öteki yarısı tarafından bahşedilen bir yeti. Ama Draco'ya dokunabiliyordu, en azından varlığını gerçekmiş gibi hissedebiliyordu. Bunu çok önceden salonlarında denemişti. Hermione korkakça bir adım attı Draco'ya, Draco anında geri çekildi. Hermione duraksayıp gözlerini Draco'ya dikti, Draco da cevap vermişti. Yüzü bıkkınlığın izleriyle gerilmiş olduğundan ifadesindeki sıkıntı açık ve netti. Hermione bir yavaş adım daha attı, Draco kıpırdamadı. Hermione yaklaştı, Draco sabit durmaya devam ediyordu. Gözlerinde bir yalvarış ifadesi vardı, daha fazla yaklaşmaması için onu uyarıyordu adeta. Hermione biraz daha yaklaşıp başını Draco'ya kaldırdı. Draco ısrarla Hermione'ye bakmamaya çalışıyordu ama kendi iradesine yenilip başını çok az oynatarak kendisinden biraz kısaca olan Herminone'ye baktı. Dudakları aralanmıştı ama fark etmiyordu. Hermione elini uzattı, tereddütle arada duraksadıysa da eli Draco'nun biçimli çenesini buldu, onu ilk gördüğü sıralar dokunduğu gibi parmağını yüzünden kaydırdı ve çocuğun kendisiyle mücadelesini kırıp başını biraz daha aşağı indirmesini sağladı. Hermione o gözlerin ortasındaki karanlığa daha ne kadar kapılabileceğini bilmiyordu ama o gözler adeta onu yutup içlerinde hapsetmek için tasarlanmışlardır. Ay ışığı altında öyle bir renk yansıtıyorlardı ki. Hermione elini Draco'nun çenesinden ensesine doğru sürdü.

"Üzgünüm Draco, yapamam."

Tamamlanmış hissediyordu. Geçmişiyle yeniden bir bütün olmuştu. Draco ile ilgili görüşmelerin sonundaki hali gibiydi, yeniden kendisi. Duygularına ket vuran duvar olmaksızın. Draco'nun içinde sakladığı insanı hatırlıyordu. Sevdiği adamı. Herthcliff'ini. Savaştan etkilenmiş düşmanını, yanında en rahat olduğu genci. Draco Malfoy'u. Draco Malfoy'unu.

"Seni seviyorum. Bir kere daha ölmen demek--"

İçinde bunca zamandır biriken sözler Draco'yu harekete geçirebilecek tek şeydi. Hermione'nin bitiremediği cümlesinin mırıltısı üzerine kapandı dudakları, yırtıcı bir edayla ileri atılmış, soğuk parmakları Hermione'nin saçları arasına dalıp ensesini bulmuştu. Hermione küçük bir şoktan sonra nefesini Draco'nun dudakları arasından alıp karşılık verdi. Draco bahsettiği gibi soğuktu ama bu kendi yanan teninin sıcaklık hissi arasında eriyip gidiyordu. Kendini insanların görmediğini iddia ettiği etten kemikten hissi yaratan bedene bastırdı, Draco'nun güçlü elleri Hermione'nin yüzünün iki yanına bastırılmış, dudakları daha ileri gidebilecekmiş gibi kendisine çekiyordu Hermione'yi. Hermione ince parmaklarını Draco'nun ensesinden yukarı, çocuğun açık renk sarı saçları arasına daldırdı. Draco bir eliyle Hermione'in yüzünü kendine çekerken diğer eliyle Hermione'yi belinden tutarak kaldırdı, genç kadının bacağı Draco'nun beline dolanmıştı. Bu gerçek değilse gerçekliği istemiyordu Hermione, Draco yanındayken yeni bir gerçekliği vardı, çok daha iyi bir gerçek. Draco'nun ölümünü unutturuyordu. Ah, anılarla beraber eskiden hissettiği duygular da geri gelmişti. Draco'nun öldüğünü gördüğü zamanı çok iyi hatırlıyordu. Kanın ellerinden çekilişini, göğsünün tam ortasına yediği yumruğu. Kendi hayati önem taşıyan nefesi de o cansız bedenin biçiminin gözlerinde yansımasıyla yok olmuştu sanki. Bu, bütün bu yakınlık, hepsini unutturuyordu. Draco'yu yeniden yaşayabiliyordu. O anlarda tek istediğinin Draco'ya sarılıp uyuyabilmek olduğunu düşünürdü. Bunca fedakarlıktan sonra mutlu bir yaşam istemişti ve bunun tek yolu buydu, Draco'ya yakın olmak. Ron kafasını karıştırıyor, ona karşı bir sorumluluğu varmış gibi hissediyordu. Draco'nun gözetmeni olmasa, onun o normal, insancıl, zeki ve sempatik yanını keşfetmese, korkak, değersiz bir sürüngen olduğuna inanmaya devam edebilse her şey normal olacaktı ama en büyük hatasının Draco olmasına karşın onun gerçekliği yarıp mantığı işlevsiz kıldığı o öpücükler her şeye değerdi. Sanki savaşın izlerini aklından silebilen tek şey onlarmış gibi, o ellerine geçen eller olmalıymış gibi. Dudaklarını kızartan, gözyaşları ile ıslanan yüzün sahibi, uzun zamandır beklediği şeyi yaşamanın tatminiyle ölümü bile unutmuş, Hermione tarafından açılmış gömleğinin yakalarından kıza doğru ilerlemek zorunda bırakılırken yavaşça gülümseyip Hermione'yi kendine çekti ama kız gerilemeyi kesmemişti. Her şey çok güzeldi, fazla güzel. Son beş yıl israftan başka bir şey değildi o ana kıyasla. Ron'un temaslarından, etrafında olan şeylere gülümsemekten çok daha doğru geliyordu, soğuk sırtının çarşafa değmesi, Draco'nun tanıdık sert ellerinin bedeni üzerinde gezinmesi, ağırlığı, nefes alıp verişleri. Geri kalan her şey yanlıştı. Geçmişin zihnine dolmasına izin verirken kendini Draco'ya bıraktı, bu çoktandır yapmak istediği tek şeydi. Kendini hiç daha zinde ve daha memnun hissetmemişti. Her şey zaten olmalıymış, olmak zorundaymış gibi spontane bir uyum içinde ilerliyordu. Draco yanından hiç ayrılmamıştı sanki, dudakları boynundaki çukurdan kopmamış, parmak uçları en sevdiği yer olduğunu söylediği gerdanı üzerinde küçük bir daire çizmeyi hiç bırakmamış gibi. Temas eden her noktaları üzerinde gıdıklanma hissi kalıyordu. Draco kendini belli bir ritme bırakırken Hermione'nin sesi, diyaframdan yükselen nefesleri ölüm soğukluğunu biraz olsun unutturuyordu. İşkencesini dindiren yegane şey içinde bulunduğu durumu unutturacak genç kadındı, yastığı üzerinde saçları dağılmış dudakları hafif aralık büyüleyici görünen genç kız. Draco Hermione'nin üzerinde, Hermione'nin iki tarafına dayamış, kendini ileri itip kızın her hareketinde biraz daha kıvranmasını izlerken ona gerçekten dokunabildiği, hissedebildiği zamanları hatırlamaya çalıştı. Hermione'nin sıcaklığını, yumuşaklığını... Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bu en acı vereniydi. Yaşam kaynağının, biraz geri dönme isteği uyandıran tek kadının bütün zarafetiyle altında yattığını biliyor ama onun yaşam belirtilerinin hiçbiri kendi yaşam belirtilerini karşılamaya yetmiyordu. Draco'nun geçmişteki kendilerini derin bir esef ile izlemesindeki sebep buydu. O zamanlar küçük bir mum alevinin parmağında gezinmesini bile hissedebilirdi. Ama Hermione'nin teması o günler gibi hissettiremiyordu. Yaşamın ve ölümün parçaları. İkisi de yarım olduğundan karmaşık duygulara sebep oluyordu. Draco Hermione'nin her hareketinden, nefesinden belli bir zevk alıyordu tabii ama aynı değildi. Yaşamak gibi değildi. Hermione'yi yaşayamıyordu. 

Everybody Hurts (2011)Where stories live. Discover now