Disappeare

263 17 4
                                    


XXI.

The only thing worth looking for

Is what you find inside.

Hermione dudaklarında yarım kalmış sözcüklerle Draco'ya bakakalmıştı.
Karşısındaki genç adama bakarken bir şeyler söylemesi gerekiyormuş gibi hissediyordu. Dilinin ucuna kadar gelen kelimelere ve ne olduğunu bilmediği birçok kifayetsiz hissi betimlemek için içinde büyüyen arzuya rağmen, Hermione Granger'ın, her zaman her şeye bir cevabı olan genç kadının, ne demesi gerektiğine dair en ufak bir fikri bile yoktu.

Draco ise o an her ne kadar Hermione'nin şaşkınlığından memnun da olsa, gerektiğinden fazla şeyi söyleyip söylemediğine emin olamıyordu. Bunca zamandır söylenmemesi gerektiğine inandığı şeyleri kendine saklayarak hayli acı çekmişti, şimdiyse Hermione daha da sorgulayacak, daha da zorlayacaktı onu puzzleın kalan parçalarını tamamlayabilmek için. Draco, Hermione'nin, Ron'un onun üzerine gittiği akşam yaşadıklarına tanık olmasaydı şimdiye kadar her şeyi izah etmiş olacağını biliyordu lakin malikanede olanlardan sonra içine bir umut doğmuş, Hermione'nin gerçeğe göğüs gerebileceğine inanmıştı-başka bir deyişle, inanmak istemişti. Pişman olup olmadığını bilmiyordu, Merlin Aşkına, uzun süredir bekliyordu zaten! Hermione ile bakışırlarken bile her şeyi söylememek için zor tutuyordu kendini. Arka arkaya, tereddütsüz, vicdan azabı ya da kötü bir olay beklentisi olmadan. Ama bekliyordu, Hermione'nin tepkisi onun bir sonraki adımını belirleyecekti.

Hermione sinir bozucu bir sessizlikten sonra sesini çıkarabilmeyi başarmıştı.

"Ne-ne demek istiyorsun?"

"Merlin aşkına Hermione!"

Draco bağırdığını bile fark etmedi, bu sefer gülüyordu da neyse ki. Gene de Hermione'nin kaşlarını çatmasına engel olamamıştı. Mutfaktan çıkmadan önce hafifçe göz kırptı.

"Delirteceksin beni."

Hermione böyle giderse deliren tarafın kendisi olacağını söylerken Draco onu dinlememiş, sadece hızlı adımlarla mutfaktan çıkmıştı. İki saniye önce kafasına cam kaseler fırlatan Hermione ise kısa bir duraklamadan sonra onu takip etti, ne zaman soruları olsa insanlar ondan kaçıyordu ve bu iyice can sıkıcı olmaya başlamıştı. Hermione hiçbir zaman bilgisiz kalmayı sevmemişti ve bu sefer bilgi alabileceği yegane kişinin kaçmasına izin vermeyecekti. En azından mutfaktan çıkıp koca bir boşlukla karşılaşana kadar böyle düşünüyordu.

Draco'yu bulmak için evi kolaçan edip adını seslenmeye karar verdiği sırada merdiven basamaklarından düşen kırmızı kauçuk top dikkatini çekti. Küçük top her ahşap basamakta tok bir ses çıkararak aşağı yuvarlanıyordu. Hermione gözlerini kısıp top ayaklarının dibine yuvarlanana kadar düşüşü izledi, ardından topu avcunun içine alıp çevirdi. Siyah yazı anında dikkatini çekmişti.

"Yukarı çık."

"Zaten bunu planlıyordum." Diye homurdandı Hermione, top elinde basamakları çıkarken. Basamaklar her adımı altında gıcırdadı itiraz edercesine. Hermione onlara kulak asmadı.

Üst kata geldiğinde odasına girdi Draco'yu görme umuduyla. Oda ıpıssızdı. Tek bir şey hariç etraftaki her şey aynı görünüyordu; kitap. Yatağın üzerinde olmalıydı ama o bunun yerine yerde, sayfaları katlanmış, ters bir biçimde yere fırlatılmıştı. Hermione odanın ortasında ters bir konumda durak kitabı kaldırmak için ilerledi. O hiçbir zaman kitabı ters konumda açık bırakıp gitmezdi, bu ciltlerine zarar verir, kitapların ömrünü kısaltırdı –ki Hermione kitaplara zarar vermektense kitaplara zarar verenleri yumruklamayı tercih ederdi. Katlanmış sayfaları düzeltmek için sayfaların kenarlarına baskı uygularken boş sayfaya bakıyordu. Elindeki Uğultulu Tepeler kitabı hatalı bir basımdı ve kitabın tam ortasındaki iki sayfa boş basılmıştı. Belki bu yüzden sayfaların katlanmasına aldırmaması gerekiyordu ama aldırıyordu işte. Her ne kadar o iki sayfa kitabın hatası da olsa onları o şekilde seviyordu. Adeta durup soluklanmasını söylüyordu o iki temiz sayfa ona ve o da kitabı hatalarıyla seviyordu. Bu yüzden özellikle o iki sayfanın zarar görmemesini isterdi ama katlanan kenarlarının izi sonsuza dek orada kalacaktı, ne kadar baskı uygularsa uygulasın.

Bu düşüncelere gömülmüş Hermione, Draco'nun sesiyle yerinde sıçradı, şimdiye kadar aniden beliren Draco'lara alışmış olduğunu sanıyordu. Draco'nun dediğini anlayabilmesi birkaç saniyesini aldı.

"On puanlık soru geliyor Bayan Granger." Demişti Draco, huylanmasına sebep olacak kadar yakından, neredeyse omzunun hemen arkasından.

Fısıltısı Hermione'ye huzursuzluk verdiyse de mükemmel öğrenci olma huyu ses tonundansa soruya odaklanmasını sağlamıştı.

"Görünmez mürekkebi görünür yapan büyü nedir?"

Hermione cevabı biliyordu. Hala okulda olsalar fişek gibi elini kaldırır ve haykırırcasına söylerdi cevabı ama bu sefer gözleri boş sayfaya takılı kalmıştı. Draco'nun bunu neden söylediğini düşünmesine gerek yoktu, cevap fazla açıktı. Kitabı yumuşak beyaz çarşafın üzerine açık bir şekilde bırakıp cebindeki asaya uzandığında Draco'nun kendisini izlediğini unutmuştu. Kendini yeniden sınıfta, profesörlere bir şey kanıtlamak istermiş gibi hissediyordu ama bu sefer bir şey kanıtlaması gereken kişi kendisiydi. Asasını parmakları arasına kıstırıp bir adım geri çekildi ve yavaş bir bilek hareketiyle büyüyü mırıldandı.

"Aparecium."

Büyü Hermione tarafından kusursuz bir biçimde telaffuz edilirken Draco Hermione'nin arkasından binasına puan vermekle ilgili bir şey söyler, o sırada Hermione'nin asasından süzülen ışık huzmeyi kitabın boş sayfalarına yayılarak mürekkepten doğma harfleri ortaya çıkarıyordur. Hermione bütün bunlar olurken büyük bir heyecanla kitabı aldı ve yatağa oturarak kitabı dizlerinin üzerine bıraktı. Draco da o an herhangi bir hayati önem taşımayan kalp atışlarının Hermione tarafından duyulabileceğine inanıyordu, kız sesli okurken her kelimeyi, ona doğru yaklaştı çekingen adımlarla. Hermione okurken istenilen vurguyu yapamıyordu, vurgu yapmak için fazla sabırsızdı.

"Hermione,
Bu bir mugglea göre oldukça iyi yazılmış bir kitap. Belki de kötü bir kitap ama bende yaptığı çağrışımlar onu sevmeme engel olamıyor. İnsanlar senin okumadığın kitap olmadığını düşünse de bunu okumadığına eminim –itiraf ediyorum ağzından laf çaldım okumadığını öğrenebilmek için.  Seveceğine eminim. Bence elinden bırakamayacaksın, oldukça sürükleyici.
Doğum günün kutlu olsun, iyi okumalar."


Hermione notu yazan kişiyi öğrenebilmek için altındaki şatafatlı imzaya bakma gereği duymadı, her ne kadar harfler kıvrımlı kuyrukları yüzünden okunaksız gibi gözükse de ismi sarmaşık gibi sarmışlardı, Draco'nun ismini.

Draco dolabın yanında ellerini kollarına birleştirmiş, yıllar önce yazdığı notu Hermione'nin sesinden dinlemişti. Kalbi göğüs kafesini parçalamak için çırpınıyordu ama duruşundan ödün vermedi, soğukkanlı görünmek Hogwarts yıllarındaki korkakça tutumundan sonra en çok üzerinde durduğu konuydu. Hermione'nin nottan kendisine dönen bakışları karşısında soğukkanlı gözükmek oldukça zordu, neredeyse Voldemort'un sempatisini kabullenmek kadar zor.

Bu sefer Hermione'nin konuşmasını beklemedi.

"Evet, şu elinden düşürmediğin kitap benim hediyem," Alnını kaşıyıp kollarını yine göğsünde kenetledi.

"İleri görüşlüymüşüm." Elinden bırakamama konusundan bahsediyordu.

Hermione hala neden kitap konusunda bu kadar takıntılı olduğunu bilmiyordu. Kitabı Draco hediye ettiyse ne olmuştu yani? Hermione'nin onu tekrar tekrar okumasının tek sebebi konusuydu. Draco'nun notta bahsettiği gibi, sürükleyici bir eserdi.  Ama Draco ona neden 19 Eylül'de, yani doğum gününde bir kitap hediye etmişti ki? Draco ile araları hiçbir zaman iyi olmamıştı ve Draco o zamana kadar ona bir kere bile doğum günü hediyesi vermemişti. Hermione bir 'neden' sorusu daha sormaktansa sinsice gülümsedi ve başka bir yolu denemeye karar verdi, yine de hala cevapsız kalmanın yarattığı sinir bozukluğu vardı içinde bir yerde.

"Bir muggle kitabı mı okudun Draco Malfoy?" dedi eğlendiğini belli eden sivri tınısıyla.

"Sen bir muggle kitabına elini bile süremezsin."

"Ben de öyle düşünmüştüm." Dedi Draco sakince. "İçindeki bir şey ilgimi çekti."

"Nedir o?" Hermione soruların oluşturduğu uzun bir yolda ilerliyordu ama Draco'nun nihayet cevap vermeye başladığını fark etmişti.

Draco dolaptan kopup odanın ortasına doğru yürüdü.

"Thrushcross Grange, Granger. Bana tanıdığım birini hatırlattı."

Yüzünde garip bir gülümseme vardı, Draco'nun her zamanki sinsi, kendini beğenmiş gülümsemesi değildi bu. Hermione gülümseme olduğunu bile sanmıyordu o ifadenin. Granger kinayesini düşündü sözleri üzerine. Hızlı hızlı konuşmaya başlamıştı.

"Soyadıma benziyor diye bana bir muggle kitabı mı aldın? Draco, seni dördüncü sınıfta yumruklamam tek samimi olduğumuz andı, bunun dışında bana bulanık deyip durdun. Senden hep nefret ettim. Bana niye bir kitap alma zahmetine girdin ki? Ve şimdi bu not... Savaştan sonra dost muyduk? Ron'a bir şey yaptın da ondan sonra senden nefret mi etmeye başladı? Neler oluyor açıklar mısın?"

Hermione'nin kafa karışıklığını görebiliyordu Draco. Soruyu nereye çektiğini de. Ama tehlikeli sulara girdiklerini görebiliyordu Draco. Bu sorunun sebep olabileceği sorunları. Cevap vermek istiyordu, bunu delicesine istiyordu, ama bir şey ona engel oluyordu. Vicdanı olduğunu düşünse buna vicdan derdi ama vicdan değildi. Daha aşinası olduğu bir şey; korku.

"Çünkü konu ilginç, soy ad, doğum günü..."

Draco geveliyordu. Mantıklı bir şeyler bile gevelemiyordu üstelik, sadece önceki cümlelerinden birkaç kelime sıralıyordu. Hermione cevaptan uzaklaştığını hissetti, kafasında parçaları birleştiremiyordu.

Ve Hermione her zamanki gibi kafası karıştığı için öfkelenmeye başladı. Varlığının başından beri kafa karışıklığı onu en kolay sinirlendirebilen şeylerden biriydi.

"Artık. Gevelemeyi. Kes!"

Ayağa kalkıp kalın kapaklı kitabı Malfoy'un kafasına geçirdiğinde Draco bağırıp geri sendeledi. Hermione kitabı yeniden saldırmaya hazır bir şekilde sıkı sıkı tutuyordu. Draco başını kaldırdı, Hermione'nin vurduğu yeri eliyle tutuyordu.

"Cevap vermiyorlar diye insanlara saldıramazsın!"

Draco laf anlamaz bir çocuğa bağıran anne figürünü aratmıyordu bağırırken. Hermione yeniden vurmak için kitabı kaldırdı ama Draco bu sefer daha hızlıydı, Hermione'ye atılıp elindeki kitabı kaptı ve kapatarak yatağa doğru fırlattı. Hermione hırsla fırsattan istifade etmek istercesine Draco'ya vurmaya girişmişti ama Draco onun ince bileğini tutarak hareket olanağını kısıtladı.

"Sana bana vurma demiştim. Aslında bunu istemiyorsun."

Draco'nun sesi ormandaki gibi soğuk ama sakin bir tınıya bürünmüştü, bu seferki Hermione'yi yatıştırmaya yetmemişti. Diğer kolunu kaldırmaya çalıştı öteki bileğini Draco'nun soğuk elinden kurtarmaya çalışırken.

"İstiyorum!"

Sesi mızıkçı bir çocuktan farksızdı. Draco debelenen Hermione'nin öteki kolunu da yakalamaya çalışıyordu. Oldukları yerde birbirlerinin hareketlerine engel olmaya çalışan ikili dışarıdan bakanların gözünde oldukça sarkastik bir tablo çizmekteydi.

Sonunda Draco Hermione'nin iki bileğini de yakaladığında üzerine ilerledi ve bileklerini sertçe dolap kapağında başının hemen yanına çiviledi. Hermione sırtını kapağa çarpmanın etkisiyle afallamıştı ama asıl afalladığı şey, Draco'nun böyle bir şeyi yapma cesaretiydi. Draco'ya bakışlarıyla meydan okudu, her ne kadar çocukça olduğunu düşünse de hala ona vurma içgüdüsü hissediyordu. Draco'nun matlaşmış bakışları da Hermione'ye meydan okuyordu ama onun arzusu daha çok Hermione'nin sakinleşmesi yönündeydi, gerçekten de kendisine vurmasından hoşlanmıyordu.

O an ikili birbirlerine bakarken Draco bir şeyleri söylemenin baştan çıkarıcı yanına daha fazla karşı koyamadı. Hermione son bir kere daha çırpındığında bileklerini kavrayan elleri gerildi, Hermione ellerini açıp kapanırken genç cadının bakışları titredi.

"Her şey çok açık." Diye fısıldadı Draco, birçok sebepten ötürü hissettiği öfke dişlerinin arasından çıkan sivri bir ıslık şeklinde göstermişti kendini.

Çenesini gevşetip derin nefes aldı, dişleri birbirine geçmişken konuşamıyordu.

"Soyadın, Hermione. Onu neden değiştirmediğini hiç düşündün mü?"

Hermione Draco'nun sorusu üzerine dalgınlaştı.

Evet düşünmüştü, daha önce sorduklarında bilmediğini söylemişti. Sebebi her şey olabilirdi, ailesine olan özlemine kadar uzayan bir liste. Ama sonra Draco bir şey daha dedi, midesinin fokurdamasına, gerçeğin suratına çarpmasına sebep olacak bir şey.

"Düşündün mü, Granger?"

Hermione'nin gözbebekleri büyürken Draco ifadesizliğini koruyamamıştı. Bitkin ve yitik görünüyordu, gözlerinde ağır bir yenilgi ifadesi vardı. Saçları dağılmış, nefesi sıklaşmıştı. Dudakları ne kadar mutsuz olduğunu gösterircesine kıvrılmıştı ama o geri çekilip bunu saklamaktansa uzun zaman sonra Hermione'nin görmesine izin vermişti. Hermione arka arkaya ciğerlerine binen gerçeklerin analizini yapıyordu. Soyadını değiştirmemişti çünkü Draco ona Granger diye hitap eden tek kişiydi. Bayan Weasley olmak onu tamamen kaybedeceği anlamına gelmişti ve bundan korkmuş olduğunu biliyordu. Draco'nun hediye ettiği Uğultulu Tepeler kitabını sevmesinin sebebi gerçekten de düşündüğü gibi konusuydu. Edgar Linton tiplemesinin görüntüsünün Draco Malfoy'dan ne farkı vardı ki? Aynı kibirli, şımarık, sarışın genç adamdı ama hayır, hikayelerinde Draco Edgar Linton olarak geçmiyordu. Edgar Linton Ron'du. Cathrine Earnshaw da uyumlu oldukları gerekçesi ile Edgar ile evlenmişti ve Hermione Ron ile evlenmeden önce Luna'ya aynı şeyi söylemişti, uyumlu olduklarını. Hermione kitapta en sevdiği sözü hatırladı; Ruhlarımız neyden yapılmış olursa olsun, bizimkisi aynı.

Bunu Ron için söyleyemeyeceğini biliyordu.

Draco karşısında hırıltıyla nefes alırken Hermione onu salonunda ilk gördüğü zamanki gibi genç adamın yunan heykellerini andıran biçimli yüz hatlarını inceledi. Alnına düşen saçları geri taramak istiyordu ama bilekleri hala Draco'nun elleriyle kelepçelenmişti. Draco'nun hala Hermione'nin bileklerini tutmakta olduğunun farkında değildi, sadece Hermione'nin değişen mimiklerine aynı şekilde büyümüş gözlerle bakıyordu. Hermione'nin iri kahverengi gözleri onun iki gözü arasında gidip geldi, o an hissettiği çaresizlik bile tatlı gelmeye başlamıştı. Gözleri Draco'nun soluk dudaklarına kayarken içinde büyüyen arzunun anlık bir şey olmadığını biliyordu. Ron'un gidişiyle ya da Draco'nun söylediği şeylerle alakalı değildi. Farkındalıkla beraber başka şeyler de su yüzüne çıkıyordu. Draco'ya doğru uzandı, bileklerindeki baskının gevşediğini hissediyordu. Gözkapakları kapanırken Draco'nun yavaşça bıraktığı sıcak nefesini yüzünde hissetti. Aralarında çok az mesafe kalmıştı, burunları birbirine dokunuyordu. Draco sessizliği uyandırmak istemezcesine fısıldadı, Hermione konuştuğundan bile emin olamamıştı ama duymuştu dediklerini.

"Hatırlamak ister misin?" demişti genç adam, sesindeki arzuya rağmen ciddiyetle.

"Olanları hatırlamanı sağlayabilirim."

Draco'nun bunu istediğini görebiliyordu Hermione, içinde bulundukları odada karşılaştıklarında söylediği hatırlamıyor musun cümlesindeki tınının aynısıydı.

"Çok isterim.*"

Draco yavaşça Hermione'nin bileklerini bıraktı. Hermione bileklerinin sızısına aldırmıyordu Draco yüzünü avuçları arasına alırken. Draco'nun hareketlerinde kişiliğiyle uyumsuz bir şefkat vardı. Hermione'nin gözlerini gözlerine hapsederken rahat ve sakindi. Hermione başka bir yere bakamadığını fark etti, gözlerini başka yere çeviremiyordu, kırpamıyordu bile.

Orada, o ışıltılı mavi gözbebeklerinin sonsuz gibi gözüken merkezinde gördüğü kendi yansıması bulanıklaştı ve Hermione karanlığa çekilirken geri kalan her şeyin mavileştiğine yemin edebilirdi.

XXII.

"Narcissa Malfoy çekilebilir. Sıradaki suçluyu getirin."

Hermione önünde oturan mavi cüppeli insan kalabalığı yüzünden olanları göremiyordu. Her yeri mavi görmesi, sebebi buydu demek. Siyah ahşap üzerinde otururken nerede olduğunu anlamak için etrafa baktı. Sol tarafında yüksek bir kürsü ve onun çevresinde oturan siyahlı insan kalabalığı vardı. Hepsi siyah kepler giymiş, dik bir konumda oturuyorlardı. Kürsünün hemen önünde de onlardan biraz yüksekte bir adam oturuyordu, saçları ağarmış, ciddi görünümlü biri. Siyahlardan sonra kırmızı cüppeliler vardı, bütün sıra u şeklinde dizilmiş, altlarındaki meydanı saracak şekilde konumlandırılmıştı. Hermione tekrar etrafına baktığında bir çeşit amfide oturduklarını fark etti. Buraya daha önce gelmişti.

"Bakanlıktayız." Dedi Draco, siyah cüppelilerin arasından çıkıp yanında oturmadan önce.

"Ve birazdan ben geleceğim."

Hermione soru sormak için dudaklarını araladığında Draco işaret parmağını kendi dudaklarına bastırıp susmasını işaret etti.

"Soru sorma, her şeyi sırayla söylüyorum zaten."

Hermione başını sallayıp susarken aşağısını görebilmek için olduğu yerde hafifçe doğruldu ve mavi kepli kafaların arasından aşağısını görmeye çalıştı.

"Niye—"

"Savaş sonrası suç mahkemesi."

Hermione çabaların sonuçsuz kalmasından ötürü iç çekip bütünüyle ayağa kalktığında Malfoy'u bütünüyle görebiliyordu. O taht bozması sandalyede ufacık görünüyordu. Hakim konuşmaya başladığında Hermione oturacak gibi oldu ama Draco kendilerini göremediğini söylediğinde ayakta durmaya devam etti, oturduğu yerden görebildiği tek şey insanların enseleriydi.
Hakim, Malfoy'un suçlu olduğu, suçlarını itiraf etmesi gerektiğini söylerken aşağıda oturan Malfoy gergince etrafına bakınıyordu, geleceğini bu şekilde planlamamıştı belli ki.

"Erm, şey..." Malfoy gözlerini hakime çeviremiyordu konuşurken.

"Tek suçum Dumbledore'u öldürme teşebbüsü."

Salonda bir iç çekiş koptu, Malfoy olduğu yerde gerilmişti.

"Onu öldürmedim!" diye atıldı kendini kurtarmak için.

"Onu Snape öldürdü!"

Fısıltılar yankılanıyor, birbirlerine karışıyor ve odayı bütünüyle dolduruyordu. Draco'nun gözleri mavili insan öbeğine doğru döndü, Hermione göz göze gelecekleri korkusuyla neredeyse yerine oturuyordu Draco'nun söylediğini hatırlamasa. Mahkeme olağan gidişatına devam ederken Hermione'nin gözüne başka bir şey takıldı, mavililer arasındaki bir yüze.

"Ron'un burada ne işi var?"

Ron yanındakine dönüp bir şeyler fısıldarken Hermione'nin gözüne çarpmıştı. Yanındaki Draco ayağa kalkıp ellerini ceplerine soktu.

"Sen de buradasın. Bak, Harry'nin yanında."

Hermione işaret ettiği yöne bakınca kendi kabarmış saçlarını gördü. Saçlarının arkadan görünüşünü gerçekten sevmiyordu.

"Siz Seçilmiş Konseysiniz. Bakanın çıkardığı karar sonucu seherbazlığa katılması zorunlu olan 'kahraman' takımı. İnsanlar Harry'den sonra seçilmiş lafına taktı."

Kendisi de Dumbledore'u öldürmeden Voldemort'un seçilmişi olduğunu düşünürdü ama bunu kendisine saklamayı tercih etti o an için.

Devam etti. "Hem bakanlık işlerine alışık olmadığınızdan hem de yargılanan insanları en iyi siz ayıklayabileceğinizden, bütün savaş sonrası suç mahkemesine katıldınız. Bundan nefret ediyordun, bana defalarca kez söyledin."

Hermione maviler içindeki insanların kim olduğunu saptamaya çalışıyordu. Ginny'i seçmek kolaydı, kızın düzgün taranmış uzun, kızıl saçları çok hoş görünüyordu. Muhtemelen onun saçı arkadan asla Hermione'ninki kadar karışık görünmemişti. Yanında George ve Molly Weasley vardı. George'u yeniden hayatta görmek kalbinin sızlamasına sebep olmuştu. Sonra Luna'yı ve Neville'i gördü. Luna yine garip küpelerinden birini takmıştı. Homurdanmalar yeniden yükseldi siyahlılar ve kırmızılılar takımında. Kendi aralarında çok az konuşuyorlardı arkadaşları. Arada birkaç fısıldaşmadan öteye gitmemişlerdi.

Siyahların tarafta oturan ince uzun kadın söz aldı sakince.

"Draco Malfoy'u suçlu bulanlar ellerini kaldırsın."

Kırmızılardan ve siyahlardan bir kısım insan ellerini kaldırdı. Mavilerden Ginny, Neville ve George kaldırmıştı ellerini. Ron kaldıracak gibi olduysa da Harry'nin elini kaldırmadığını görünce vazgeçti, Neville de Luna'ya bakıyordu.

"Luna? Sen neden oy vermiyorsun?"

Luna her zamanki sakinliğiyle Neville'e bakıp gülümsedi.

"Draco'nun suçlu olduğunu düşünmüyorum Neville." Dedi tipik tınışız kelimeleriyle.

"Sadece kafası karışmış."

Molly aralarına uzanıp başını salladı katılırcasına.

"O sadece bir çocuk."

Harry Ron ve Hermione de kendi aralarında konuşuyordu ama fazla uzakta olduklarından Hermione onları duymadı.

Siyahlı kadın bir şeyi not alıp yeniden sordu.

"Draco Malfoy'un suçsuz olduğunu düşünenler?"

Ellerin çok azı havaya kalktı. Hala büyük bir çoğunluk oy vermemişti.

"Draco Malfoy'un gözetim altında bir sene yaşaması ve denetlenmesi gerektiğini düşünenler?"

Salonun yarısından fazlası el kaldırdı. Malfoy rahatlamış görünüyordu. Bu suçsuz kabul edilmek gibi değildi ama Dumbledore'u öldürmeye teşebbüs biri için elde edilebilecek en iyi sonuçtu. İnfazdan kurtulmuş gibi bir hali vardı.

Bakan önündeki parşömenlere baktı gözlüğünü burnuna kaydırıp.

"Draco Malfoy'un bir senesini gözetim altında geçirmesi kararlaştırıldı. Gözetimi alacak seherbaz..."

Listeye göz atarken sessizlik oldu, Hermione tahmini cevabı zaten biliyordu.

"Hermione Jean Granger."

Hermione dönüp mavi cüppe içindeki kendisine baktı. Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakıyordu ama kendini kısa sürede toparladı. Malfoy aşağıda oturduğu yerde kaşları çatık genç cadıya bakıyordu, yüzündeki ifadeye bakılırsa babasının bunu duyacağını söylemeye hazırlanıyordu ama o kozu çoktan kaybetmişti. Mağlubiyetle iç çektiği sırada Hermione, Harry ve Ron ile kafa kafaya vermiş bir şeyi tartışıyordu. Eli hızla havaya kalktığında Hermione okul yıllarındaki Hermione idi aynen.

"Evet Bayan Granger?" Bakan pek tartışma niyetinde değil gibiydi.
Hermione ayağa kalkıp omuzlarını dikleştirdi.

"Draco Malfoy ile ilgili, ımm, geçmişimden ötürü onun gözetimini başkasına vermeniz gerektiği görüşündeyim Sayın Bakan."

"Geçmiş?" Bakan gözlüklerini çıkartıp cüppesinin cebine koydu.

"Okul yıllarından tanışıyoruz efendim. Pek anlaşabildiğimizi söyleyemeyeceğim."

Hermione tepeden Malfoy'a bakış atmayı ihmal etmemişti. Tekrar bakana döndüğünde bakan ellerini önünde kenetledi.

"Seherbaz olmanın kurallarından biri de budur Bayan Granger; objektiflik. Malfoy hakkında tuttuğunuz objektif rapor ne kadar iyi bir seherbaz olduğunuzu gösterecektir."

Hermione bakanın cevabı karşısında duruşunu değiştirdi, sert tutumu kırılıyordu.

"Düzenli raporlarınızı bekliyorum Bayan Granger. Bunu yapabileceğinize eminim."

"Ama—"

"Dava sona ermiştir!"

Bakanın gür sesi itirazının Hermione'nin suratına çarpmasına sebep olmuştu. Herkes toparlanırken iki kişi Malfoy'un yanına geldi ve ona kapıya kadar eşlik etti. Malfoy kapıdan çıkmadan önce Hermione'ye rahatsız bir bakış attı, iki Hermione de çocukla göz göze gelmişti.

Sahne silikleşti, Hermione karanlık bir boşlukta dikiliyordu. Korktuysa da paniğe kapılmadı, yeni atmosfer parça parça bir araya gelmeye başlamıştı. Önceleri yavaş yavaş belirginleşen ortam bir fotoğraftan farksızdı ama zamanla insanlar belirmeye, hareket etmeye, seslenmeye başlıyordu. Hermione sabırlıydı, bunlar için çok uzun zamandır bekliyordu ne de olsa.

Gökyüzü aydınlandı, güneş ışığı gümüş renkli kafe masaları üzerinde parladı. Sokağa dökülen masalardan birinde Harry Ron ve Hermione oturmaktaydı. Ron gri-bordo çizgili uzun kollu bir süveter giyiyordu Hermione'nin aldığı. Harry gülüyordu ama o zamanlarda bile onda bir sorun olduğunu anlayabilirdiniz. Harry Potter çoğu zaman güldüğün anlarda bile içinde bir melankoli taşırdı, bu savaş sonrasında daha derin bir hal almıştı. Yaşadığı onca şeyden sonra kimse onu yadırgamıyordu. Ron her zamanki şapşal gülümsemesi ile Hermione'ye bakmaktaydı. Sesleri duyulmaya başladığında Hermione konuşmaya kulak kabarttı.

"Ne? Niye gülüyorsun Harry?"

Hermione yüzünü görebilmek için Harry'e bakmayı çalışıyordu genç adam yüzünü saklamaya çalışırken beceriksizce. Ron ile bakıştılar ve gülmeye devam ettiler.

"Draco'nun koruyucu meleği olacağını düşünüyorum ve—"

"Kabul etmelisin Herm, bu çok komik." Diye atıldı Ron, sırıtırken elini durumdan hiç de memnun görünmeyen genç cadının omzuna attı.

Hermione dirseklerini masaya dayamış somurtuyordu.

"Bugün onu görmem lazım." Dedi dalgınca. Mutlu değildi.

"Bundan nefret ediyorum. Hepsinden. Bu raporlardan, bakanlıktan, seherbazlıktan..."

"Hepimiz fırsatın olsaydı Hogwarts'ta profesör olmak isteyeceğini biliyoruz." Dedi Harry, önündeki balkabağı turtasını çatalıyla tırmıklarken.

"Benden daha iyisini düşünebiliyor musunuz?" dedi Hermione, her zamanki patronluk taslayan tavırlarıyla.

"Ben Wasp'a katılma niyetindeyim ve Harry de evde oturup en genç yaşta emekliye ayrılan büyücü olacak. Beni ve Harry'i geçtim, sen asla bakanlığın elinden kurtulamayacaksın Herm,"
  
Ron'un çarpık gülümsemesini gören Hermione de ister istemez gülümsemişti.

"Bakanlık senin gibi yetenekli bir cadıyı hayatta bırakmaz."

Hermione sıkıntıyla inledi.

"Biliyorum!"

Hermione Harry'nin katlettiği turtayı önünden çekip çatalıyla bir parçasını böldü.
"Draco ile olan görüşmeme gelme gibi bir şansı—"

"Hayır kesinlikle olmaz. Bu hayatta yüzünü tekrar görmek istemediğim tek insan o- şey Voldemorttan sonra, ve bundan çok memnunum!" Dedi Ron arkasına yaslanıp.

Güneş yüzüne vuruyordu, bu yüzden sandalyesini biraz daha masaya yaklaştırıp arkasına tekrar yaslandı. Hermione dudaklarını büzüp yalvarırcasına Harry'e baktı ama o da gülümsemekle yetindi.

"Biliyorsun, gelirdim. Ama son zamanlarda tek başıma hiçbir şey yapamıyorum."

Belli etmeden arkasındaki iki ciddi görünüşlü adamı işaret etti. Harry savaştan sonra özellikle de medyanın gözbebeği konumuna geldikten sonra, dikkatle korunan bir kişiydi.

"Beni özellikle Draco gibi bir potansiyel suçludan uzak tutmak isteyeceklerdir. Ayrıca Draco ile görüşmelerine seni etkileyecek kimseyi almaman da şartlardan biri." Diye ekledi Harry.
Hermione umutsuz durumdaydı ve başka çaresi olmadığını anladığında omuzlarını düşürüp balkabağı turtasından bir lokma aldı.

"O halde eve uğramalıyım. Sonrasında da Malfoy malikanesine gideceğim."

Hermione belirgin şekilde ürperdi.

"Oradan da nefret ediyorum."

Hermione sandalyeden kalkmış, buharlaşmaya hazırlanıyordu ki Ron'un elini kolunda hissetti. O zamanlar Ron'un teması batmıyor, aksine güzel hissettiriyordu. Hermione Ron'a baktı, Ron'un ifadesi düşünceliydi.

"Seni rahatsız edecek bir şey söylerse—"

"Artık bulanık lafına takılmıyorum Ron."

Hermione içtenlikle gülümsedi, gerçekten de saçma lakaplara eskisi kadar aldırmıyordu. Ron onu dinlemedi, cümlesine devam etti.

" ...ya da yaparsa bana haber ver, suratını dağıtmak için hemen oraya gelirim."
"Biliyorum." Dedi Hermione.

Ron'a küçük bir güle güle öpücüğü verdi, o bulanıklaşırken mekan yeniden değişti.

"İyi misin?"

Olayları merakla izleyen Hermione Draco'nun arkasında olduğunu unutuvermişti. Başını salladı.
"Şu mekan değişimleri midemi bulandırıyor."

Draco yanına gelip gülümsedi.

"Alışırsın. Yenisi tamamlandı sayılır."

Gerçekten de şatafatlı bir odanın görüntüsü bir araya gelip belirgin hale gelmişti. Draco kaliteli kumaş kaplama eski tip koltuklar arasından geçip uzak köşedeki koyu yeşil tekli koltuğa geçti. Hermione eşyaların arasından geçerken her şeyi aklına kazımaya çalışıyordu.

"Çok... Gerçekçiler." Dedi hayranlıkla, elini koltuğun ahşap korkuluklarına sürerken.

Odadaki her şey çok şatafatlıydı, adeta rokoko dönemi odada yeniden hayat bulmuştu. Uzun, süslemeli duvarlar, oymalı dolaplar. İki karşılıklı koltuk ve bir kahve sehpası vardı halbuki eşya olarak, bir de Draco'nun rahatça kurulduğu tekli yeşil koltuk.

Hermione kapı açılana kadar eşyalara dokunmaya ve etrafa hayranlıkla bakmaya devam etti. Kapıdan giren siyah takım elbiseli çocuğu gördüğünde koltukta oturan Draco'yu kontrol etme zorunluluğu hissetmişti. Tıpatıp aynılardı, aynı hatırladığı gibi. Hermione'nin eli ayağına dolanırken kapıdan kendisinin girdiğini gördü, cenaze için Draco'nun seçtiği siyah elbiseyi giyiyordu. Saklanma dürtüsünü bastırıp koltuğa çöktü, şansına anıdaki Draco da tam yanına oturmuştu. Nefesini tutup sahneyi izlemeye başladı, tartışıyor gibi bir halleri vardı ikilinin.

"Gelmeni ben istemedim!" diyordu Draco öfkeyle, başını elleri arasına gömmüştü.

"Ama Azkaban'a gitmektense bir bulanığa katlanmayı tercih ederim."

Hermione tam karşısındaki şarap rengi geniş koltuğa oturdu, yanında havada süzülen parşömeni ve yazmak için hazırda duran tüy kalemi vardı.

"Hakaretlerinin sana bir yararı yok Malfoy." Dedi Hermione ağırbaşlılıkla.

"Hatırlatırım, hayatın hala benim raporlarıma bağlı."

"Maalesef!"

Draco hışımla ayağa kalktı ve antika dolaplardan birine yöneldi. Hermione ne yapacağını düşünürken etrafına bakınıyordu, gerçekten ikisi için de zor ve sinir bozucu bir andı.
Draco elinde şarap kadehiyle döndüğünde Hermione sorarcasına bakıyordu. Draco burnunu çekti.

"Bu benim için."

Hermione gülümedi.

"Malfoy misafirperverliği. Çok hoş."

Draco elindeki kadehe bakıp iç geçirdi ve yarısı dolu bardağı Hermione'ye uzattı. Kendisi için yeni bir kadeh almaya gittiğinde Hermione sırıtıyordu. Belki de bu eğlenceli olabilirdi.

Draco kısa sürede yanına dönüp eski yerini aldı. Anılarını izleyen Hermione kıpırtısızdı.

"Şimdi... Ne soracaksın? İleride kötü bir çocuk olup olmayacağımı mı? Ben de sana bir daha yaramazlık yapmayacağımı söyleyip uslu bir çocuk gibi mi davranacağım?"

Hermione gözlerini kısıp Draco'ya zehirli bir bakış attı.

"Hayır." Genç adam zaten cevabı biliyordu. Hermione burnunu havaya dikip otoriter bir tonda konuştu.

"Raporların amacı seni tanımak. Yaptıklarından pişman olup olmayacağını seni tanıyarak anlayabiliriz. Bir sene boyunca seni ve davranışlarını gözlemleyeceğim. Birkaç soruya cevap vereceksin, bunun haricinde kendini anlatacaksın." Hermione Malfoy'un endişeyle yutkunup gözlerini kaçırdığını fark etti.

"Muhabbet etmek gibi olacak."

"Bu özel hayata saygısızlık ama." Dedi Draco alçak sesle.

Hermione başını sallayıp gülümsedi.

"Sana kimlerle beraber olduğunu sormuyorum Malfoy, kim olduğunu soruyorum."

Draco Hermione'nin duymayacağına emin olduğu bir sesle mırıldandı.

"İnan bana, onu sorsan..."

"Efendim?"

"Yok bir şey. Devam et."

Hermione yeniden gözlerini kıstı, tüy kalem parşömen üzerinde gezinmeye başlamıştı. Draco tüy kalemle parşömene tehditkar bir bakış fırlattı.

"Daha önce kimseyle kendin hakkında konuşmadın mı Malfoy?"

"Hayır." Draco düşünme ihtiyacı bile duymamıştı.

İçkisini yudumlarken Hermione'nin şaşkın bakışlarından kaçındı.

"Hiç mi? Neden?"

Draco acı içkiyi yuttu ve dudaklarında kalanı baş parmağıyla sildi.

"Neden düşmanlarıma koz vereyim ki?"

"Herkesi düşmanın olarak mı görüyorsun?"

Draco buna cevap verebilmek için duraksadı, gerçekten düşünerek cevap vermek istemişti.

"Herkes potansiyel düşman olabilir, Granger."

Tüy kalem bir kez daha parşömene saldırdı, Hermione ellerini dizlerinde birleştirmişti. Hiçbir şey dememesi Draco'yu endişelendirdi, mavi gözleri şüpheyle genç cadı ve parşömen üzerinde gidip geldi.

"Ne düşünüyorsun?"

"Ne kadar sevgisiz bir adam olduğunu."

"Bunu oraya yazıyor musun peki?"

Tüy kalemi işaret etti, Hermione başını sallamıştı. Draco'nun gözlerindeki merak ve şüphe yerini saniyeler içinde sert bir bakışa bırakmıştı.

"Kes şunu."

Geriden gelen sesi Hermione'yi bir gram bile korkutmamıştı, Hermione hayır anlamında başını salladı, içkisinden bir yudum alıp yüzünü ekşitti.

"Seni tanımaya çalışıyorum. Bunun için hayatımın güzel bir yılını feda edeceğim –evet feda ettiğimi düşünüyorum çünkü sonunda belki sen özgürlüğüne kavuşacaksın ama ben sevmediğim bir işte çalışmaya devam edeceğim. Bana engel olmaya çalışacaksın çünkü buna alışık değilsin. Ama seni çözeceğim Draco Malfoy."

Yüzüne memnuniyet dolu bir gülümseme yayılırken "Sanırım nasıl olduğunu buldum." Diye mırıldandı.

Draco atılıp parşömenle tüy kalemi yakalamak istercesine gerilmişti, Hermione'nin sinsi ses tonu tehlikeyi işaret ettiğinden ilgisi yeniden o tarafa dönmüştü.

"Nasıl?" diye sordu Hermione'nin bu soruyu beklediğini bildiği halde.

Hermione içki kadehindekileri kafaya dikerken Draco onu izliyordu, belli ki Hermione bütün bu olaya katlanmak için ek materyallere gerek duyacaktı.

Hermione boş kadehi masaya bıraktı ve güçlükle "Sana kendimi tanıtacağım." Dedi, içkinin mayhoş tadı yüzünden boğazı yanmıştı. Draco da yüzünü ekşitti onun gibi ama sebebi şarabın tadı değildi.

"Neden bütün işi daha da zorlaştırıyorsun?" diye sordu huysuzca.

"Sadece birkaç tatlı söz yaz oraya, çok yakışıklı, çok tatlı, mükemmel gülümseme falan filan. Sonra ne istiyorsan onu yap. Artık o kızıl kafalı fakir sevgiline mi gidersin bilmiyorum."

Hermione Draco'nun Ron'a hakaret etmesinden rahatsız olduysa bile bunu göstermedi.

"Belki beni tanırsan lakaplar ve nefret son bulur. Durumu daha katlanılabilir kılmaya çalışıyorum Malfoy, anlamıyor musun?"

"Seni tanımam kan durumunu değiştirecek mi? Laf arasında annenle babanın safkan olduğunu öğrenirsem, belki!"

Hermione gözlerini kapadı ve rahatlamak için derin bir nefes aldı. Draco onun gözlerinin kapanmasından istifade ederek parşömenle tüyü yakalamaya çalıştı ama yazı ekibi geri kaçıp birbirlerine sindikten sonra Hermione'nin arkasına uçup yazma işlemine devam etti. O sırada da Hermione gözlerini açmıştı.

"Adım Hermione Jean Granger. Muggle doğumluyum..."

"Dur."

Hermione Draco'nun komutuyla durup ne istediğini sorarcasına baktı.

"Biraz daha içkiye ihtiyacım olacak."

--

"Tekrar et."

Draco gözlerini devirirken koltuğa uzanmış, elindeki kırmışı kauçuk topu havaya atıp tutuyordu.

"Hermione Jean Granger, bulanıksı—"

"Muggle doğumlu." Diye düzeltti Hermione, tüy kalem sertçe bir çizgi çekince parşömen üzerine, Draco yeni bir kötücül bakış attı onların o tarafa doğru. Tüy kalem parşömen yüzeyinde titreyerek yazıyı tamamlamaya çalıştı.

"Muggle doğumlusun. 19 Eylül doğum günün. Annen ve baban dişçi, çarpık bacaklı turuncu bir kedin var. Patronusun su samuru... Buna devam etmek istemiyorum."

"Şimdilik güzel." Dedi Hermione, bir öğretmen edasıyla.

"Herhangi bir değişim olmadı, biliyorsun değil mi?" dedi Draco şakaklarını ovup.

"Hala senden hoşlanmıyorum."

"Dert etme, bunun için bir sene var." Hermione'nin alaycı tınısı Draco'ya acınası biri olduğunu yeniden hatırlatmıştı.

"O zaman bu kadar yeter değil mi? Üstün performansım sonucu biraz huzur hak ediyorum."
Hermione şişedekini bardağına doldururken "Hayır sıra sende." Dedi, Draco'nun bıkkınlıkla inlemesine de güldü.

"Bundan zevk alıyorsun!" Draco suçlayıcıydı.

"Kesinlikle. Burada bebek bakıcılığı yapmak evde köpüklü bir suda yatıp kitap okumaktan çok daha zevkli."

Draco Hermione'nin dediğini kafasında canlandırırken kısa süreliğine duraksadı sonrasında silkinerek kendine geldi. Hermione beklentiyle Draco'ya baktığından sonunda genç adam pes etti. Hafif sarhoş tavırlarla kendini tanıtmaya başlamıştı.

"Draco Malfoy. Safkan. Malfoy falan filan. Evcil hayvanım yok, kızlar bana bayılır, ben süperim, Harry Potter da kimmiş..."

"Saçmalamayı kes!"

Hermione'nin ani çıkışı istemese de Draco'nun durup dönmesine sebep olmuştu. Hermione oturduğu yerde, biraz alkolün biraz ani çıkışının sebebiyle yanakları al al olmuş oturuyordu, dizlerinin birbirine yapışık olması ne kadar rahatsız olduğunun tek göstergesiydi. Saçını geriye atıp derin bir nefes aldı ve sakinledi, Draco hala şaşkınca ona bakıyordu.

"Neden Albus Dumbledore'u öldürmeye çalıştın?"

Tüy kalem yazmaya hazır bir şekilde dikeldi. Draco'nun yüzünü acı bir tebessüm kaplamıştı, genç adam her ne kadar bu konu hakkında soğukkanlı görünmeye çalışsa da mimiklerinin derinliklerinde gizlenen hisleri gizleyemiyordu. Yutkundu, gevşemiş kaslarından ötürü doğrulurken sarsaktı hareketleri. Hermione yine dalga geçmeye başlarsa buradan buharlaşıp bakanlığa gideceğini ve yapamayacağını itiraf edeceğini söylüyordu kendi kendine ama beklenen olmadı.

"Çünkü yapmasaydım beni ve ailemi öldürecekti."

Kim olduğunu belirtmeye gerek yoktu, Hermione anladığını belli edercesine başını salladı.

"Gene de yapamadın." Dedi yavaşça, neredeyse sempatiyle.

Buna rağmen Draco kaşlarını çattı.

"Korkak olduğumu mu ima ediyorsun?"

"Hayır." Hermione bütün olumsuz düşüncelerini bir kenara bırakıp gülümsemeye çalıştı, Ron'a, Harry'e gülümsediği gibi.

"Cesur olduğunu ima ediyorum."

Draco iltifat karşısında şaşkına düşmüştü. Hermione ona anlayışla bakarken şu zamana kadar kaç kişinin Draco Malfoy'u anlamak için çaba sarf ettiğini düşünmeye çalıştı. Belki de çocuğun kendi içine kapanmasında ailesinden ve yaşam şartlarından başka şartlı yoktu. Bakan haklıydı, her ne kadar bunun için gönüllü olmasa da, objektiflik konusunda Hermione'den daha güvenilir biri yoktu.

"Sanırım bu kadar yeter." Derken sesi yine ciddi tona bürümüştü.

Hermione tutunarak ayağa kalktı, Draco'nun aksine içki pek alışkanlık sayacağı türden bir şey değildi. Kapıya doğru yürürken Draco arkasından bakıyordu.

"O an sana teşekkür etmek istedim. Ama fazla cesurdum, anlarsın ya." Dedi Draco kendisini izlerken. Hermione anılarının bir bir geri gelmesinin huzuruyla çıkışını izliyordu. Görüntü dağılırken o ana geri dönebilmeyi istedi. İlk kez o an Draco Malfoy'un kalpsiz bir korkak olmayabileceğini düşünmüştü. Ona şans verebileceğine inanmıştı.

Ve ilk kez o an, Draco'nun değerli biri olabileceğini düşünmüştü... Kendisi için. Bütün bunları yeniden düşünürken sadece gülümsedi.

Anısı da diğerleri gibi karanlığa karıştı ve yerini bir yenisi alırken, Hermione Granger bekledi.

Everybody Hurts (2011)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin