Leave

262 21 7
                                    


XV.

Nothing could bring me further from my old time.
Nothing could be bring me closer.
Nothing could be bring me near.

Puslu bir akşamüstü siyahlara bürünmüş bedenler kuru otların üzerinde büyük bir öbek oluşturmuştu. Yağan yağmur damlaları melek heykellerinin biçimli yüzlerinden akıyor, ağaç gövdelerini ıslatıp su görmemiş otların diplerinde buluşuyordu. Siyah şemsiyeler siyahlı insan öbeğini yağmurdan korusa da yüzlerini gözyaşlarından koruyamıyordu. Siyahlılar oldukça fazlaydı ve tek amaçla toplanmışlardı; sevdikleri birini uğurlamak.

"Buraya çok sevgili George Weasley'i son yolculuğuna uğurlamak için toplandık..."

Büyücü rahip tabutun indirileceği dikdörtgen biçimli çukurun başında, sırtı dik duruyordu. Sesi tabuta çarpan hararetli yağmur damlalarına karışmaktaydı. Ron cilalı ahşap tabuta çevirdi bakışlarını seyrek saçlı bodur adam söylemesi gerekenleri söylerken. Her şey önceki günlerde planladıkları gibiydi, tabutun üzerindeki beyaz güller bile. Kesinlikle ne Fred'in ne de George'un tasvip edeceği türden bir cenazeydi. Söz hakları olsa boykot etmek için tam o an birkaç büyülü torpil patlatırlardı. Bu onlara göre değildi, fazla... Ciddiydi. Planlamalar sırasında böyle olmaması gerektiğini şiddetle savunduysa da annesinden sağlam bir papara yemişti patavatsızlığından ötürü.

"Ne bileyim, bir şey olmalı! Ciddi ciddi konuşan herifin birinden ve beyaz güllerden başka bir şey!"

"Ronald Weasley!" Annesi gözlerini pörtletip adını tam olarak söylediğinde hep korkulacak bir şey oluyordu.

"Ne cüret! Burada George'un ölümünü en iyi şekilde onore etmek için plan yapıyoruz, okul piyesi için değil!"

Her neyse, demişti Ron içinden. Yine de bu resmi cenazenin ikilinin anısına saygısızlıktan başka bir şey olmadığını düşünüyordu.

Mavi-yeşil gözleri yağmurun üzerinden akıp geçtiği tabuttan diğer aile üyelerine kaydı. Yağan yapay yağmurdan ötürü yüzlerini net görmek kolay değildi –evet, yapay yağmur. Bu da cenazenin bir parçasıydı- Molly, annesi, beyaz bir mendille gözyaşlarını silerken babasının eli ona destek olmak istercesine omuzundaydı. İkisi de oğulları aniden tabuttan fırlayıp onlara kucak açarak koşacakmış gibi gözlerini tabuttan ayırmıyordu. Yanlarında abileri vardı; Bill, Percy. Ve Fleur tabii ki. Hepsinin suratında aynı şaşmaz ifade vardı, derin bir üzüntü. Onları nasıl da anlayabiliyordu. Birazdan George Weasley, dünyadaki en hayat dolu insan, ayaklarının dibindeki çukura gömülecekti. Soğuk bedeni şatafatlı bir kutuya konmuştu ve üzerine toprak örtülmesi için bekliyordu. Karşıda onu hiç tanımayan bir adam formalite icabı şeyler sayıyordu, onun sözleri sevdiklerinin yüreğine bıçak yaraları gibi kesikler açarken gözlerinden gözyaşı kanıyordu. Ron George'un anısıyla boğazına takılan düğümle mücadele etmekteydi, elini yumruk yaptığından tırnakları avuç içine batıyordu. Ailede kendine en yakın gördüğü iki kişiyi görünmez bir düşmana kaybetmenin acısındaydı. Ama bu cenaze en can sıkıcı tarafıydı. Bu hakaretin bir parçası olmak... Onu dinlemeliydiler. George için en uygun uğurlamayı seçtiklerini düşünüyor olabilirlerdi ama Fred de George da fırsatları olsa kendi cenazelerine katılmazdı. Hatta Ron bu uğursuz törene daha fazla katlanamayacağı için George'un birazdan tabuttan kalkıp gideceğine inanıyordu.

Tabutun yavaşça aşağı indirilişini izlerken Hermione'nin beline dolanan elini hissetti. Ona yakın olan kolunu omzunun etrafına dolarken hala George'un içinde yattığı tabutu izliyordu.

"Gittiğine inanamıyorum."

Hermione'nin sesi derindi. Ron ona bakmadan başını salladı.

"Ben de. Hala."

Everybody Hurts (2011)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin