26 ∝

418 66 111
                                    

Eksik parçalarda yaşadım, kazıdıkça adımı sildiler yine de başardım.

•••

Telefonu çalana kadar önlerinde ki kağıtlarla bildiklerini birleştirip ortada çözüme kavuşturmaya çalışıyorlardı. Sonuca ulaşamayan yolların üzerini büyük bir öfkeyle karalamışlar, çoğu zaman panikle nefes almakta zorlanan Kook' u sakinleştirmeye çalışmışlardı.

Taehyung, numarayı silsede zihninde kayıtlı olan rakamlara bakıp sertçe yutkunduktan sonra açtı telefonu. 2 gündür Jimin' deydi. O günden sonra tek yaptığı Yoongi' ye odaklanmak, dosyaya atanan dedektif ile yakın iletişimde olmaktı. Bir ara alışıyorsun demişti kendisine. Yokluğunun kalbinde derin yaralar bırakmadığı saatler oluyordu çünkü, yorgunluğu bastırıyordu acılarını. Bir ara başarıyorsun demişti, onsuz yaşamayı öğreniyorsun. Oysa şimdi, sesini duyacak olmak bile kalbini böylesine çarptırırken aptal düşüncelerine gülemeden edemedi. Onu unutmak mı? Öyle çok ona bulanmışken bunu nasıl yapabilirdi? Kendisini unutmaya eş değerdi onu unutmak, unutulmuş biri olarak nasıl unutabilirdi?

Açtı telefonu, nefesini tutup sesini duymayı bekledi.

"Taehyung," kaşları çatıldı anında. Sesi kısık geliyordu, ses telleri hasar görmüş de konuşmakta zorlanır gibiydi.

"Selam."

"Bana gelir misin? Konuşmamız gerek."

Gözleri kendisine merakla bakan ikiliye takıldı bir süre. Neden bu kadar huzursuz hissediyordu? Neden canından can gidiyordu yine sesindeki soğukluk yüzünden?

"Gelirim, bir şey mi oldu?"

Bir süre ses gelmedi, öyle ki Taehyung kapadığını düşünmüştü ama hayır hala açıktı.

"Hatırlıyorum, her şeyi hatırlıyorum. Gel."

Kapadı gözlerini, sesleri kesti her yerdeki. Hiç bir şey demeden kapayıp telefonu, ayaklandı. Kapının ardındaki askılıktan almadan kabanını, sonbahar yağmurlarına çıktı öylece. Koşmadı ama durmadıda. Yürüdü sadece, ona gittiğini bilen adımlarıyla ona koşan yüreğiyle, olduğu kişiyle. Mavi saçlarına yağmur düşüyor, çelimsiz vücuduna kıyafetlerini yapıştırıyordu.

Şimdi öyle yorgun ama öyle umut doluyken, karmaşaların arasında ufak bir çiçek ona gülümsüyordu. Çocukluğundan beridir, birilerinin dağıttı yargılar asılıyordu sırtına. Damga gibi izi kalıyordu teninde, istemeden de olsa şekilleniyordu özü o damgalarla. Dengesiz değildi, hiç bir şeyi umursamayan bir karakteri de yoktu. Öyle görünmek zorunda hissettiği için yapıyordu, için için kesiyordu canını. Gülmekten başka çaresi yoktu, yalancı kahkahaları yüzünden yargılandı ama kimse nedenini sormadı. Gülmezse ağlardı çünkü. Kendine bu hakkı tanımadı.

Oysa şimdi ömrü boyunca ağlamadığı kadar çok ağlamış hissediyordu şu son bir ayda. Adımlarını kaldırmaya bile hali yoktu ama tuhaf bir şekilde hızlı ilerliyordu. Hevesi yoktu hiç, umududa yoktu ama anlayamıyordu neden bu kadar olumlu düşündüğünü. Derin bir çukurun içinde çaresizce çırpınıyordu, çözümü gündüzü gecesi yoktu, karanlıkla haşır neşir gözleri gördüğü güzelliklere dahi kördü. Gökyüzü diye başını kaldırdığı taş duvarlar artık kızgın lav bırakıyordu üstüne. Kül değil, kül yağmıyordu artık. Unutulduğundan beri kül kokusuna hasret kalmıştı, canının bu kadar yanması komik geliyordu. Çünkü kendisi istemişti, bu cansız kuru bir kabuk gibi kalan dudaklarından çıkmıştı unut kelimesi. Şimdi hangi hakla, hangi cesaretle acı çekebilirdi, nasıl dayanamadığını nefes alamadığını iddia ederdi?

Three Steps to Stars | TaeJinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin