TPL / Bölüm 24: "Sen hep burada kalacaksın."

501 26 2
                                    

ALICE'İN AĞZINDAN:

Hemen ışıkları açtım. Katie'nin bir şeyi yoktu Tanrı'ya şükür, sadece korkudan titriyordu.

Yanındaki adamlara baktığımda ikisini de tanımadığımı fark ettim.

Bana doğru gelmeye başladıklarında koşmaya başladım ve aşağıya indim. Kaçmak zorundaydım çünkü benim peşime düşüp Katie'yi bırakacaklardı.

Askılıkta asılı duran çantamı koluma hızlıca taktıktan sonra kapıyı açtım ve evin arka tarafına doğru koşmaya başladım. Çantamı içinde telefonum var diye almıştım, belki Justin'i arayabilirim diye. Evimizin arka bölümünde orman gibi bir yer olduğu için izimi çabuk kaybettiririm diye düşündüm ve direkt ağaçların arasına daldım. Arkamdaki ayak sesleri çok yakından gelmiyordu ama çok da uzak değillerdi. Deli gibi koşarken önümü düzgün bile göremiyordum çünkü geceydi, yani karanlık.

Justin beni bıraktıktan sonra acaba eve mi gitmişti? Onu aramam gerekiyordu ama koşarken arayamazdım, ayrıca burada telefon çekmezdi.

Son gücümü kullanarak koşuyordum ki bir yere takılıp düştüm. Sadece filmlerde olur zannetmiştim, lanet olsun.

Ama filmlerdekiler gibi yerde kalmaktansa hemen kalkmayı tercih ettim ve kalkıp koşmaya başladım.

Bu sefer birine çarptım, tam çığlık atacaktım ki çarptığım kişi eliyle ağzımı kapadı. Bedenim korkudan titrerken beni kalın gövdeli bir ağacın arkasına doğru çekti.

Bu kişinin Justin olmasını beklerdim ama maalesef o değildi, bu onun kokusu değildi.

Arkamdaki adamlar bizi fark etmeden ormanın derinliklerine doğru inmeye devam edince biraz da olsa rahatladım. Ama bedenim hala kaskatıydı.

"Şimdi elimi çekeceğim, sakın çığlık atma, kaçma, bağırma. Sadece yanımda kal, tamam?" Fısıldamıştı. Ve sesi garip bir şekilde tanıdık gelmişti.

Kafamı aşağı yukarı salladıktan sonra kendimi ölçtüm. Kaçmalı mıydım? Belki bu her kimse bana zarar verebilirdi. O yüzden kaçmak en mantıklısı.

Yavaşça elini ağzımdan çektikten sonra geldiğim yöne doğru tekrar koşacaktım ki kolumdan tuttu ve beni geri kendine çekti.

Gözlerimi sıkıca birbirine bastırdım.

"Gözlerini aç güzelim."

Yavaşça göz kapaklarımı birbirinden ayırırken zar zor seçebildiğim yüze dikketle bakmaya çalıştım ama karanlıktı.

Daha dikkatli baktığımda gözlerim irileşti. Çünkü bu Benjamin'di. (Hatırlamayanlar 4. bölüme baksın)

"Senin burada ne işin var?" Korkuyla ona baktım, beni takip mi ediyordu?

"Burayı severim, aslında birkaç saat önce gelmiştim ama dolaşmayı ve temiz havayı sevdiğim için biraz daha burada kaldım. O sırada hava karardı ve işte o yüzden hala buradaydım. Ayak sesleri duyunca biraz geri çekildim ama suratına ay ışığı vurunca senin olduğunu anladım. O yüzden sana yardım ettim," birden kaşlarını çattı. "O adamlar kimdi?" O yöne doğru baktı.

Nefes alışverişimi kontrol etmeye çalışırken "B-bilmiyorum.." diye kekeledim.

Bir süre daha adamların gittiği yöne doğru baktı, sonra da etrafı iyice kontrol etti.

"Buraya gel." Beni yanına çekti ve elini belime koyduktan sonra hızlı hızlı yürümeye başladı. Ben de onunla beraber tabii.

Şuan onun yaptığı hiçbir harekete karşı koyamazdım, yoksa güven altında olamayabilirdim.

The Passionate LoveWhere stories live. Discover now