18: someone new

En başından başla
                                    

Bir süre sohbet etmiştik, kızı bu sene Julliard'a girmişti. Onu bunun için tebrik ettikten ve bir şeye ihtiyacı olduğunda derhal aramasını söyledikten sonra mevzuyu açmıştım. Yeni bir ev istiyordum. Ve bana şu an kapısında dikildiğim, diğer kaldığım yerden biraz daha Central Park'a yakın bu daireyi bulmuştu. Diğer kaldığım daireye evim diyemiyordum ama burası bana kapısını daha açmamış olmama rağmen daha sıcak geliyordu. O an bu kararı verdiğim için kendimle gurur duydum. Elim titremeden anahtarla kapıyı açtım. Boş odalarda gezinirken bir yandan da zaten az olan eşyalarımı taşıyan iki gencin yoluna çıkmamaya çalıştım. Bu evim diğerine göre daha küçüktü, salon ve mutfak dışında sadece bir odası vardı. Ama manzarası inanılmazdı. Central Park'ı kendi odamdan olmasa da mutfak ve salon pencerelerinden çok rahat görüyordum. Baktıkça bakasım geliyordu. Hayatımda bir manzaraya baktığımda bu kadar mutlu olduğum zaman sayısı çok azdı.

Gençlere paralarını verip teşekkürlerimi ettikten sonra yeni mutfağıma girdim. Gelirken yolda aldığım kurabiyeleri yemeyi düşünmüştüm; birkaç eşyamı açıp iyice yerleşince dışarıdan güzel bir yemek söyleyebilirdim.

Fakat sanırım bu kötü bir fikirmiş çünkü kese kağıdını tezgahtan kaldırdığım an iki tane hamam böceği hızlıca tüm tezgahı koşarak aşmıştı. Ve ben de asla kabul etmeyeceğim bir şekilde kız gibi çığlık atmıştım. Yani kız gibi değildi, gayet tok ve kalın bir sesle atılan normal bir çığlıktı. O böcekleri gören herkesin atacağı cinsten.

Donmuş gibiydim. Az önce böceklerin olduğu yerdeydi hala gözlerim. Korkmamın nedenini de anlamış değildim, böyle şeylerden korkmazdım pek. Ama ben daha hiçbir şeyi anlamlandıramadan duyduğum adım sesleri dikkatimi kapıya çevirmeme neden oldu. Görüş alanıma elindeki silahı oldukça sabit tutan, ciddi bir kadın girdiğinde daha da kasıldığımı hissettim.

Hissettiğim korkunun aksine düz çıkan sesimle sormayı başardım. "Sen de kimsin?" Vücuduyla birlikte silahı da bana döndüğünde kese kağıdını geri bırakarak ellerimi kaldırdım. Koyu kahverengi gözleri şüpheyle mutfakta dolaştıktan sonra bende takılı kaldı. Gözlerimdeki korkuyu gördüğü an silahını indirdi. Sert ve hiçbir duygu barındırmayan gözleri bir anda sıcacık oldu.

"Çığlığınızı duyunca kötü bir şey, daha doğrusu sizi öldürmeye çalışan birinin olduğunu düşündüm, silahı doğrulttuğum için üzgünüm," Sanırım gerçekten kız gibi çığlık atmıştım. Derin bir nefes alıp ellerimi indirdim. Milyon dolarlık soruyu sormak için dudaklarımı yaladım.

"Ve silahla buraya daldın çünkü..."

Daha önce söylemesi gereken bir şeyi atladığını fark ettiğinde hemen açıklamaya girişti. "Ah şey," Cebinden rozetini çıkardı, polisti. Aklıma neden bunun daha önce gelmediğini düşünürken içimden kendime küfrettim. "İsmim April Dawson, cinayet masasında dedektifim." Hafifçe gülümsedim, uzattığı elini sıktım. Ellerinin yumuşaklığına kendimi kaptırmamaya çalıştım.

"Ashton Irwin, sanatçıyım, sanırım." Elini çekerken güldü, bir süre daha gözleri üstümde dolaştı. Sanırım beni tanıyordu, ya da hatırlamaya çalışıyordu.

"Ah doğru, yüzünü birkaç defa ekranlarda gördüm. Ama beni mazur gör ki müziğinizi dinlemeyi bırak, kendime bile ayıracak vaktim yok." Anlayışla başımı salladım. Kesinlikle sorun değildi.

Telefonu konuşmamızın tam ortasında böldü bizi. Kapattığında komiseri olduğunu söyledi; acilen merkeze gitmesi gerekiyordu. Ona arada uğramasını söyledim, o da aynısını söyledi. Kapımı kapatırken derin bir nefes aldım. Ve artık göğsümde bir ağırlık yapmayan kalbimi hissettim. Uzun zamandır yapmam gereken bir şeyi sonunda yapmış olmanın mutluluğu vardı üzerimde.

GLORIA

"... Ve gözleri o kadar sıcak bakıyordu ki. İyi ki çığlık atmışım dedim." Ashton bugün başına gelen hikayesini anlatırken o kadar mutlu görünüyordu ki. Elimde olmadan gülümsedim. Onun hülyalı bakışlarını ise bozan Michael oldu, sesindeki muzip tınlamayla.

"Bateristlerin çığlıktan ziyade daha fazla v-"

"Kapa çeneni." Michael'ın iğrenç ama yine de gülmeden duramadığımız cümlesi başımızda beliren Andy ile kesilmişti. Yemek için dışarıda yemeye karar vermiştik, ve tabi ki sevgili Andy'i de çağırmıştık ama bizden geç gelmişti. Karşıma, Ashton'ın yanına otururken heyecanla ona baktım.

"Tam zamanında geldin, Ashton da tam bugün senin canlandırdığın rolün gerçek haliyle tanışmasını anlatıyordu, ve tabi kız versiyonuyla." Eklediğim ayrıntıya herkes güldüğü sırada Andy Ashton'ın omzuna vurdu. Ashton'ın bakışlarında hala hülyalı bir bakış vardı. Ama onun da ötesinde rahatlamışlık gibi bir duygu vardı. Omuzlarından bir yük kalkmış, taşıdığı ağırlık hafiflemiş gibiydi. Sanırım şu dedektif kız cidden ilk anda ona iyi gelmişti.

"Tahmin edeyim," Andy garsona kendi siparişini verdikten sonra boğazını temizledi ve muzipçe sırıtarak devam etti. "Yeni taşındığın dairende böcek görünce Ariana Grande'yi aratmayacak bir şekilde çığlık attın ve bu harika dedektif kız, tabi ki bir Jake Peralta olamaz, silahıyla seni kurtarmaya geldi ama sen silahıyla onu gördüğünde daha da altına yaptın," Gülmemek için kendini tuttuğu belli oluyordu. Ben de dudağımı ısırıp Calum'a baktım. O da kendini tutuyordu. Ama gözlerim kırmızı olmuş Michael'a kaydığında olayı Andy'e onun anlattığını anladım, şu anda Ashton'ın yüzündeki boş ifadeden çok eğleniyordu. "Ve sonra birbirinize aşık oldunuz."

Ashton birkaç dakika durdu. Gözleri benim gibi Michael'da takıldığında beynindeki jeton düşmüştü. "Seni köstebek." Herkes kahkahalara boğuldu. Yavaşça başımı Calum'ın omzuna koyarken ben de fazlaca gülüyordum.

Bir süre sonra herkesin gülmesi bitmişti, ama ben hala kıkırdayıp duruyordum. Sanırım yemek gelmeden önce istediğim ananas suyu-vodka beni çözmeye başlamıştı. Gözlerim bardağıma kaydığında Calum da benimle aynı şeyleri düşünmüş olacak ki bardağımı alıp kendi tarafına koydu. Sızlanarak koluna vurdum. Tatlı gözleri bana döndüğünde kaşları daha ne yapabileceğimi görmek için kalkmıştı, bana meydan okuyordu. Gülümseyerek ona biraz daha yaklaştım. O an restoranın ortasında oturuyor olduğumuzu gerçekten unutmuştum, unutmasaydım bunu hayatta yapamazdım. Calum'a bakmak ve içtiğim az miktardaki alkol cidden o an bana etrafımızdaki her şeyi unutturmuştu. Yavaşça dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda hızla kapanan gözlerini gördüm. Masadaki eli masadan çekildiği an bardağımı aldım ve hiçbir şey olmamış gibi çekilip rahatça yerimde yayıldım. Sıkıca bardağımı tutuyordum. Aptallaşan suratına içten bir şekilde gülümsedim, zevkle bardağımdan bir yudum aldım. Bir süre birbirimize baktık.

Bakışmamızı bozan Michael'ın sesi oldu. "Şu an gey olasım geldi." Etrafıma baktım, ve tüm bu olay süresince bizi izlediklerini anladım. Farkındalık beni avcuna alınca sanki bunalmış gibi hissettim. Kızarmıştım.

"Benim de Michael, benim de." Luke mırıldandı ama Claire'den yediği tekmeyle lafını hemen geri aldı, ilgi bizden onlara kaydığında rahatça gülümsedim. Konuşmalarımız tekrar rutin şeylere dönerken Calum'ın elini elimde hissettim. Sanırım gerildiğimi anlamıştı; başımı çevirip gözlerine baktığımda bundan emin oldum. İyi olduğumu göstermek adına genişçe gülümsedim. Gözlerindeki ağırlık yerini o tatlı ışığa bıraktı. Kalbim neredeyse bir yıl önce, ilk defa o ışığı gördüğümdeki gibi tekledi.

Hiçbir zaman teklemeyi bırakmayacağını biliyordum.

————

Merhabaaaaaa

Nasılsınız? Sizleri özledim. Başka birkaç şey yazmış olsam da buna uzun zamandır bölüm atmıyordum. Ne yazsam iyi değil gibime geliyordu ve sanırım üç defa silip baştan yazdım bu süre boyunca. En sonunda bunu silmeden atmaya karar verdim, en azından hala okuyanlar varsa umarım beğenirsiniz, bu hikaye için biraz paslanmış olabilirim, kusura bakmayın.

Söylemek istediğiniz bir şey, bir fikir, bir sorunuz olursa biliyorsunuz mesajlarım hep açık.

Kendinize iyi bakın, sizi seviyorum.

the light in your eyes || hood Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin