6: in love

2.1K 155 136
                                    


"İsveç bebeğim!" Manzaraya bakarken Ashton heyecanla bağırdı. Videolarını çekerken kamerayı hareket ettirmemeye çalışıyordum ama hep güldürdükleri için zor oluyordu.

Hayatım hangi ara bu kadar huzurlu olmuştu?

"Gezmeden önce stüdyoya gitmemiz gerek, biliyorsunuz." Calum mırıldandığında kameramı kapattım. Derin bir nefes aldı. "Valentine'ı bitirmemiz gerek." Hepsi onaylayan mırıltılar çıkardı. Ben de genişçe gülümsedim.

"Hey, Gloria. Sana bir şey sormam lazım." Luke ciddi bir şekilde bana baktı. Üzerinde durduğumuz köprünün demirlerine yaslandım. Ve her şeye hazırlıklı olarak ona baktım. "Sence de düşmüyor musun? Eğer herkes seni istiyorsa-" Gözlerimi devirdim. Gloria'dan alıntı yapıyordu.

"Git ve biraz mizah anlayışı satın al Luke." Hepsi kahkaha atmaya başladı. Luke hariç.

"Kabasın."

"Sadece dürüstüm." Gülümsedim. Dayanamayıp o da gülümsedi. Saate baktığımda birden modum değişti. "Stüdyoda ne işiniz varsa iki saat içinde bitirin. Sonra yemek yememiz ve gün batımına yetişmemiz gerek. Sonra ise güzel bir uyku için otele geri döneceğiz çünkü yarın konseriniz var, ardından Norveç'e uçacağız! Hadi!" Arkalarından onları itmeye başladım. Daha sonra sadece Calum'u itmeye devam ettim. Birden boşluğu itmeye başladım, ne olduğunu anlamadan havalanmıştım bile.

"Fazla enerjiksin Gloria, sakinleşmelisin." Göğsüne vurmaya başladım ama gülmemi durduramıyordum.

"Sevdiğim insanlarla olunca böyle oluyorum." Bana baktı, ışığında eridiğim gözleri benimkileri buldu.

Huzur.

Başımı omzuna yasladım.

*

Açıklık alana geldiğimizde gökyüzüne baktım. Şarkıyı kaydetmişlerdi, karnımızı doyurmuştuk. Sıra gün batımında fotoğraf çekimindeydi. Onun için açıklık bir yere gelmiştik. Önce Ashton'ı çağırmaya karar verdim.

"Şimdi Ashton, güneşi tutuyor gibi yapacaksın, hazır mısın?" Onunla çocuk gibi konuştuğumda diğerleri kıkırdadı. Ashton ise elini kaldırıp tutuyor gibi yaptı. Yanlış yeri tuttuğu halde fotoğrafı çektim.

"Harika oldu." Heyecanla yanıma geldi. Fotoğrafı açıp makineyi ona çevirdim. Seslice küfrettiğinde kahkaha attım. "Tamam, şimdi harbi çekeceğim. Ben profesyonel bir sanatçıyım."

"Bin prifisyinil bir sin-" Kolumda taşıdığım makine çantasını ona fırlattım. Sırtına çarptığında acıyla inledi.

"Benle dalga geçmek yok. Kariyeriniz elimde." Şeytanice güldüm. Michael bana tapınır gibi yaptığında başımı salladım. "Aynen böyle. Michael gibi olun."

Gülüşmelerden sonra adam akıllı fotoğraf çekimine geçtim. Hepsinin benzer pozlarını çektim. Zaten gün batımı olduğu için hiçbir şeyle uğraşmama gerek yoktu. Onlar güzeldi, gökyüzü güzeldi. Fotoğraflar direkt sanat eseriydi.

Calum'unkiler tabi ki ayrı güzeldi.

Buraya geldiğimizden beridir onunla uzun uzun konuşamamıştık. Arada bana bakışlarını yakalıyor, ufak bir tebessümle karşılık veriyordum. Benim yanımdan yürüyordu, espri yaptığımda bana bakarak gülüyordu. Bunlar küçük şeylerdi belki, fakat aynı hissettiğimiz anlamına geliyordu.

"Siz takılın, ben manzara çalışacağım biraz." Onlardan uzağa yürümeye başladım. Sonuç olarak hala bir fotoğrafçıydım ve bireysel fotoğraflarımın da olması lazımdı.

Yirmi dakika falan etrafta dolandım. Fotoğraf çekerken bir yandan da aklımı toplamaya çalışıyordum. Her şeyin iyi gidiyor olması beni geriyordu. Çünkü hayat karşıma huzuru bulduğumda kötüyü çıkarıyordu. Bundan şikayet etmiyordum, sonuçta hepimiz bu hayata her şey hazır olarak gelmiyorduk. Ama insan bazen hiçbir şey düşünmeden, mutluluğu hissetmek istiyordu.

the light in your eyes || hood Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin