11: number one

1.7K 106 97
                                    


~ İki hafta sonra ~

"On ikiye iki dakika var, çıldırmak üzereyim..." Calum bahçede volta atarken onu izliyordum. Albüm iki dakika sonra tüm dünyada yayınlanacaktı. Ben mutluydum, yaptıkları müziğin yaratacağı tüm o şeyler yüzünden heyecanlıydım. Calum ise stresliydi. Tam on dakikadır dakikaları sayarak önümde yürüyordu.

"Calum, bak nazikçe söylüyorum, koy şu siktiğimin kıçını şuraya." Michael yanımızdaki tekli koltuğu gösterdiğinde kıkırdadım. Calum gözlerini devirerek de olsa oturdu.

Avustralya'ya geldiğimizde Michael, Lindsey'den ayrılmıştı. Lindsey ortak çıktıkları evden birkaç gün sonra ayrılacağı için Michael başka yerde kalmak istemişti. Ashton ailesinin evindeydi, ona evinin anahtarını vermek istemiş ama Michael tek başına olmak istemediğini söylemişti. Luke da Claire ve ailesiyle kalıyordu. Michael en son bize sorduğunda seve seve kabul etmiştim, aslında neden ailesinde kalmadığını sormak istiyordum ama biraz çekiniyordum.

"Michael nasıl böyle sakin olabiliyorsun?" Calum yanımda sakince oturan Michael'a baktı. O ise omuz silkti.

"Heyecandan çok içimde bir korku var ama onu da bastırıyorum." Calum'ın yüzü düşerken ben de yerime sindim. Bir süre önce yaptıkları grup terapisinde Calum, Michael'ın aklında neler döndüğünü biraz anlatmıştı bana. Onun için hissettiğim tek şey anlayış ve biraz üzüntü olmuştu. Bunu hak etmiyordu.

"Michael," Calum ile göz göze geldik. Bir şey söylememesi için Michael'a belli etmeden başımı oynattım. O da devam etmedi. Çünkü yanımda oturan çocuk içinde hala dünyaları tutuyordu, ve bir anda patlamasını istemiyordum.

"Bastırman gereken şeyleri sana unutturacağız, hadi." Ayağa kalkıp onu da ellerinden tutarak kaldırdım. Şimdi bana bakan Calum idi.

"Nereye gidiyoruz?" Sorgulamadan beni takip eden Michael'ın tersine soruyu soran Calum'a döndüm.

"Çekime gidiyoruz, başka nereye gideceğiz. İkiniz de farklı alemlerdesiniz, kendinize gelmelisiniz." İçeri girdiğimizde Michael üstünü değiştirmek için yukarı çıktı. Calum ise ben lenslerimi ayarlarken yanımda bitti. Sıcak elleriyle yanaklarımı kavrayıp, ona bakmamı sağladı.

"Seni sevdiğimi söylemiş miydim?" Düşünüyor gibi yaptım. Tepkim karşısında bakışları daha da sıcaklaştı ve güldü.

"Ben de seni seviyorum." Yanaklarımdaki elleriyle beni kendine çekti. Dudaklarını dudaklarımda hissettiğimde gülümsedim.

"Biliyorum en son iki hafta önce seviştiniz ama şimdi sırası değil." Michael'ın boğazını temizleyip konuşmasıyla ona döndük. Üzerinde beyaz bir tişörtle mavi bir kot vardı. Saçındaki gri bereyi bej bir bereyle değiştirmişti. Calum ona orta parmağını gösterirken ben gülümsedim.

Söylediğini görmezden gelerek konuştum. "Sudaki yakamoz için harikasın, Calum sen de beyaz giy, hadi." Calum'ı itmeye başladım. Güldüğünde bıraktım.

"Bir şartla," Bana döndü. Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Eve dönünce-"

"Anladım yatağa gideceksiniz, hadi ya." Michael yine sızlandı. Gülerken o yukarıya çıktı, ben de makinemi çantasına koydum. Michael'ın yanımda durduğunu hissedince ona baktım. Bana gülümsedi, ama kör bir insan bile gözlerindeki acıyı hissedebilirdi.

Hiçbir şey demeden ona sarıldım. Kendini sıktığını hissedebiliyordum, parçalanmamak için çoktandır çatlak olan yerleri avucunda sıkıyordu.

Ama sıkmaya devam ederse o parçalar kırılacaktı, ve daha da kötüsü kendisi de zarar görecekti.

"Kötü olduğunu hissediyorum, inan bana." Yavaşça konuşmaya başladım. Derin bir nefes aldığını hissettim. O geri çekildiğinde ben de devam ettim. "İstediğin her an ister benimle, ister Calum ile ya da istersen Andy ile bile konuşabilirsin. Numarasını sana veririm..." Bana gülümsedi. Gözlerindeki acının kaybolduğunu gördüm. Ama hala kalbindeydi. Biliyordum.

the light in your eyes || hood Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin