19| sana bir şey olmasına dayanamam

1.1K 180 93
                                    

Ertesi sabah uyandığımda ve Donghyuck'tan gelen mesajları okuduğumda durumu çoktan anladığını ve buluşmak istediğini görmüştüm. Saat ve yer bildirmiş, bana sormamıştı.

Gerginlikten boğazım kururken ve ne diyeceğimi, nasıl açıklayacağımı da bilemezken onunla buluşmak oldukça manasız gelse de nihayetinde evden çıkmıştım. Bunu Renjun ve Chaeyeong ablaya söylediğimde ise ikisi de sakin olmamı ve kötü bir amacım olmadığını sakince söylememi istemişlerdi. Çünkü ikisi de Donghyuck'un sinirlerinin şu an ne kadar bozuk olduğunun bilincindeydiler. Ufak bir yanlış anlaşılma ile ciddi bir kavgaya bulaşabilirdik de. Bu iyi olmazdı. Hiç iyi olmazdı. Aramızı açacağı yetmezmiş gibi muhtemelen benim duygularımı beyan etmemle durumu daha kötü hâle de getirebilirdi. Düşüncesi bile bedenimi tir tir titretmiş, kalbimi binlerce parçaya bölmüştü. Korkudan yutkunamıyordum bile. Fakat ne yazık ki zaman akmayı, adımlarım hareket etmeyi kesmiyordu. Birkaç dakika içerisinde kafenin önünde bulmuştum kendimi. İçimde birbirinden farklı belirsizlikler ve soru işaretleri, aramaya korktuğum özgüven kırıntıları vardı fakat buna rağmen ellerim cam kapıyı bulup ittiğinde küçük çan çalmıştı.

Bu kafe özeldi. Benim için oldukça özeldi. Donghyuck'u ilk kez burada görmüş, burada hayran kalmış, burada aşık olmuş, ona burada sarılmıştım. Kulaklarıma verdiği ziyafeti fark ettiğimde sahnenin beş metre ötesindeki masada oturmuş kahvemi içiyordum. Onun mükemmelliğini anladığımda ise biraz daha yakınındaydım. Gözlerinden gözlerimi çekemezken ve buram buram kızılcık kokusunu yanı başımda hissederken aynı masadaydık. Onu burada tanımış ve burada sevmiştim. Tartışacak ve aramız bozulacak olsa bile buradan başka yeri istemezdim doğrusu. Bundan yıllar sonra buranın önünden geçerken yüzümde oluşacak samimi bir tebessümü bahşetmişti bana ve bunu hiçbir şeye değişemezdim.

İşte oradaydı. Sahnenin beş metre ötesindeki masada. Havalar iyice ısındığı için esmer tenini daha çok ön plana çıkaracak şeyler giymişti. İçeri vuran güneş ışığı saçlarına düşüyor ve bir gözünü gölgeyle örtüyordu. Diğer gözü karamel rengine bürünmüş, direkt olarak bana bakıyordu. Dikkatli baktığımda göz çevresinin hafifçe kızardığını ve şiştiğini görebiliyordum. Buna rağmen hâlâ insanın içini ısıtacak gibi sıcak bakıyordu. Eriyordum ve bunun geri dönüşü yoktu. Lee Donghyuck her hâliyle insanı büyülemeye hazırdı.

Yutkunarak sandalyeyi çektim ve oturdum. Hiçbir şey demeden sessizce hareketlerimi izliyordu. "Günaydın." dedim ardından biraz çekinerek. Yine de gözlerinin etrafındaki kızarıklık için meraklıydım. Ağlamış gibiydi. Dongmin'den tekrar nefret etmiştim. 

Ufak bir tebessüm, çok küçük, dudaklarına takıldı. "Günaydın Minhyung." dedi. O an nasıl rahatlamıştım anlatamam. Gülümsedim. Buna rağmen oldukça sakin yaklaşımı merakımı arttırmıştı. Gözlerinin etrafını incelerken "Nasılsın?" diye sormuştum. Masanın üstüne koyduğu dirseklerini kendine çekti ve arkasına yaslandı. Bakışlarını kaçırırken omuz silkti. 

"Bilmiyorum. İnan bana hiç bilmiyorum." Bu sefer ona yaklaşan ben olmuştum. Oturduğum sandalyeyi biraz öne çekmiş ve bedenimi biraz öne eğmiştim. "Belki de baştan anlatmalısın." diye önerdiğimde tekrar bana dönmüştü bakışları. "Belki de sen baştan anlatmalısın." Pekâlâ. Bu beklemediğim bir şeydi. Beni yakalamıştı ve kaçış yolum yoktu. Yine de bilmezlikten gelmek istemiştim. O mesajları okumamış gibi davranmak daha cazip gelmişti.

"Nasıl yani?" İç çekti.

"Dongmin'in evine gidişinden bahsediyorum." İsmini duyduğum anda içimde bir sinir körüklenmişti. Aynı zamanda artık herhangi bir çıkar yolum yoktu. İtiraf etmek zorundaydım.

"Evet, gittim." Omuzlarımı düşürdüm. "Sana yaptığı şeylerden sonra yüzsüzce ortaya çıkmasına katlanamadım ve yaptığı şeyleri yüzüne vurup geldiği yere yollamak istedim."

"Ama yapmadın?" derken bunu herhangi bir imayla söylememesi beni memnun etmişti. Bundan ziyade cidden merak ediyormuş gibiydi. Onayladım sakince.

"Etraftaki şeylerden sinirimi atmaya çalışırken Chaeyeong abla beni yakaladı." Tam o anda gözleri masanın üzerindeki ellerime odaklanmıştı. Üzerlerindeki yaraları unuttuğumun farkında değildim ve onları görmüş olmasıyla hızlıca masanın altına saklamıştım. Ama görmüştü bir kere.

"Minhyung, ellerini göster." Başımı hızlıca iki yana sallayınca ayağa kalkmış ve kendisi çıkarmıştı. Oturmadan dikkatlice incelerken yüzüm ateş gibi yanıyordu. Aynı zamanda kalbim sanki ayaklanmış da bütün şehri baştan sona koşuyormuş gibi hızlı ve aceleciydi. Bir şey diyecek gibi olduğunda yutkunmuştum.

"Aman tanrım." Şaşkınca ellerimi masanın üstüne bıraktı ve geri oturdu. Bakışlarını onlardan ayırmadan incelemeye devam etmesiyle onları kendime doğru çekmiştim tekrar. 

"Gitmeden önce sana haber vermeliydim." Sessizce mırıldanınca ne demem gerektiğini bilemeyerek sessiz kalmıştım. Gözlerinin sulandığını görünce endişelenmiştim. 

"Donghyuck-"

"Benim yüzümden oldu." dedi en sonunda. 

"Hayır, hayır. Benim karar verdiğim bir şeydi bu. Senin hatan değildi." İkna olmamış gibiydi. "Ben iyiyim Donghyuck. Sadece sinirimi farklı yollarla çıkarıyorum." Bakışları hâlâ bana dönmüyordu. Çenesinden tutup başını bana çevirdim. "Kendini suçlama ve bana ne olduğunu anlat hadi." Kafa salladı yavaşça. Elimi geri çekip onu dinlemeye başladım.

"Tartışacağımızı zaten biliyordum. Bundan korkmuyordum hatta yaptığı her şeyi yüzüne vurdum ve ona ne kadar kötü birisi olduğunu hatırlattım. Gerçekten yüzsüz olsaydı burada kalmaya devam ederdi, değilmiş. Gidici olduğunu söyledi. Benim korktuğum şey..." Sessizleşmesi beni germişti. "Tekrar aynı şeyleri hissetmekti." Boğazım kurumuştu ve soğuk soğuk terliyordum. Vücudumun zangır zangır titrediğini hissediyorken konuşmak oldukça zordu. Yutkunmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Gözlerimi kırpamıyordum bile. Bayılacakmış gibi hissediyordum. Chaeyeong ablanın dünkü sözleri zihnimde yankılanmaya başlayınca yanlış yaptığımı fark ettim. Ona güvenmeliydim. Ona güvenmeliydim. Ona güvenmeliydim. Lee Donghyuck beni hayal kırıklığına uğratacak bir şey daha yapmazdı. Ona güvenmeliydim, tamamen.

"Peki ya hissettin mi?" Sessizlik dolu saniyelerin ardından konuşmamla başını kaldırmıştı.

"Hayır! Bu sadece eski Donghyuck'un ne kadar zavallı ve sevgiye muhtaç olduğunu anlamamı sağladı. Eski benliğim... Tek hissettiğim boşuna harcadığım zamanlar için üzülmekti. Ona bağımlı gibi yaşadığım zamanlara dönüp baktığımda hayatımın en kötü günlerini görebiliyorum. O dönemdeki Donghyuck'un ihtiyacı olan şeyi kavradım ve şu an onu ne kadar sıkı tutmam gerektiğini. Gittiğim için pişman değilim, yoksa asla o şeyin kıymetini algılayamazdım. Sadece gitmeden önce size haber verseydim daha iyi olurdu. Bunun için pişmanım sadece. Eğer söyleseydim zarar görmüş olmayacaktın, ellerin cidden kötü görünüy-"

"Şşş!" Dudaklarının üstüğünü örttüğümde susmuştu. "Artık geçmiş için pişman olmamalısın, sonuçta olan oldu ve onlar için yapabileceğimiz bir şey yok, değil mi? Gelecekte aynı şeyler hakkında pişman olamak için çabalamalısın. Geriye dönüp baktığında keşke dememek için. Anlıyorsun, değil mi?" Gözlerini kırpınca elimi çekmiştim.

"Keşke dememek için yanımda olmalısın Minhyung." Kalbim tekrar hızlanmaya başlarken sadece normal görünmeye çalışarak kafa sallayabilmiştim.

"Değerini anladığın o şey neydi?" Aklıma takılan soruyu dayanamayıp sorduğumda genişçe gülümsemişti.

"Bu bir sır."  

ne acabaa

selamlar, nabersiniz? bugün kendimi iyi hissediyorum (interesTiNg) okullar açılana kadar her gün bölüm atmak gibi bir amacım var ve umuyorum ki bunu başarabilirim! 

wretched // mark.hyuckUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum