Suyu bitirip bardağı kenara koyduktan sonra tekrar Natasha'ya döndü.

Teşekkür etmesine gerek var mıydı? Bu kısmı es geçerek zeminde bardağı eliyle itekledi ve Natasha'nın önüne gönderdi. Bu hareketin anlamını gayet iyi bilen kızıl kadın bir şey demeden bardağı aldı ve ayağa kalktı. Odadan çıkmadan önce son gördüğü şey Bucky'nin titreyen eli ve tekrar kapanan gözleriydi.

**

Bucky odadan çıktığında aradan fazlasıyla zaman geçmişti. Güneşin doğmasına az bir zaman kaldığını tahmin ediyordu. Hava hafiften kızıla çalınmıştı. Hâlâ aynı kıyafetlerle durduğunu yeni fark ediyordu. Üzerindeki kış askeri formasından tiksinirken aynı kattaki başka bir odanın kapısı açtı. İçeriye göz gezdirdiğinde gördüğü dolapla birlikte odaya girdi. Kendi kalıbına göre bir şey muhtemelen bulamayacaktı ama o formadan kurtulduğu sürece bunu sıkıntı etmeyecekti. Tam tahmin ettiği gibi, dolap küçük beden kazaklarla ve gömleklerle doluydu.

Diğerlerine göre daha büyük duran koyu yeşil bir kazağı çekip alırken uzun zaman sonra ilk kez renkli bir şey giyeceğini düşündü.

Üzerindekilerin yerini kazak ve rahat bir eşofman aldığında istemsizce aynaya döndü. Normal bir insan gibi giyinmek, farklı hissettiriyordu. Kazağın uçlarını çekiştirirken hızlıca Natasha içinde bir kazak ve tayt aldı. Taytın garip rengine bakarken yüzü buruşmuştu ama giyen kendi olmadığı sürece umursayacak da değildi.

Elindekilerle birlikte aşağı inerken aklında olan bir şeyler yemekti. Saatlerdir bir parça bisküvi dışında bir şey yememişti -bunu düşünmek ona istemsizce Natasha'nın da aç olduğunu düşündürmüştü.- ve yemek yemeye ihtiyacı vardı. Merdivenlerden indiğinde gözüne ilk çarpan şey geniş koltuğun bir ucunda oturarak uyuya kalan Natasha'ydı.

Ona doğru adım atarken elbiseleri sertçe kavrayan parmaklarının gevşediğini hissedebiliyordu. Köşeli bir taş yutmuş gibi yutkunurken aklından geçen karşısındaki kızın ne kadar savunmasız durduğuydu. -bu konudaki payının inkar edemeyeceği kadar fazla olduğunu da biliyordu.-

Koltuğun birkaç adım ötesinde turan sehpaya otururken yemek planlarını çoktan unutmuştu bile. Elindekileri sessizce kenara bırakmış, kıza bakıyordu. Rebecca bu halini görseydi, onun aslında ne kadar yumuşak bir insan olduğundan bahsederdi. Steve görseydi, muhtemelen ona aptal derdi. Bunu demek için bahane aradığı söylenemezdi. Belki de Natasha'nın kollarına ne yaptığını hatırlatarak ona zorba diye seslenirdi. Steve'in zorbalardan nefret ettiğini anlattığı binlerce konuşma kulağında çınlıyor gibiydi.

KGB'yi düşündü. Eğer onu şu an izleyen Pierce olsaydı, her şeye rağmen ne kadar zayıf bir adam olduğunu söylerdi. Emeklerinin boşuna gittiğini, makinelerin bir şey hissedemeyeceğini de söyleyebilirdi. Bu düşünce onu orada oturmaya ikna etti. Onların olmasını istediği adam olmayı kesinlikle istemiyordu.

Geçen saniyelerin ardından Natasha'nın uyanmaması askeri şüphelendirirken, kendinden beklemediği bir çekingenlikle ayağa kalktı ve elini kızın alnına koydu. Tıpkı arabadaki gibi, teni olması gerekenden fazlasıyla sıcaktı. Elini alnından omzuna indirerek hafifçe sıktı. Bir hareketlilik yoktu. "Natalia?" Aldığı tek geri dönüş kızın hafifçe burnunu kırıştırmasıydı.

Aklına Sarah Rogers'ın Steve hasta olduğu zamanlarda ne yaptığını getirmeye çalıştı. Parçalanmış zihni hatırlamasına engel olurken sinirle dişlerini sıktı ve tekrar kıza seslendi. "Natalia, beni duyuyor musun?" Duymadığı fazlasıyla belli olacak ki, soru sormayı kesip demirden elini kızın hırkasının yakalarına götürdü. Diğer eliyle ise boynuna destek vererek doğrulmasına yardımcı oldu.

We'll Always Have the MoonWhere stories live. Discover now