Bar

178 138 225
                                    

Eda'nın anlatımı. 

Geçmiş
------------

Her zaman bir rüyanın içindedir insan. Bazen tatlı bir rüya, bazen de bir kabusu yaşar. Ama uyanamaz. Ah zalim hayat, uyanmak istemediği tatlı uykudan tepetaklak bir kabusun içine çakılmasını sağlar. Kısacıkta olsa sana tatlı anı gösterir. 'Bu sana acının fragmanı olsun' der gibi. Küçük bir çocuk gibi kanarsın önce. Artık benden mutlusu yok dercesine adım atarsın. Attığın adımlar yere basmaz sanki. Bulutların üzerinde yürüyormuşsun hissi sarar dört bir yanını. Yüzünde kocaman bir gülümseme, gözlerinde mutluluk ışıltısı. Tam olarak yaşadığın an hayatın toz pembe anı.

Ee dedik ya bir fragman diye. Asıl film daha başlamadı. Sıkı tutun demek için de geç kaldık. Çıktığın bulutların üzerinden inme vakti gelip çatmıştır artık. Ee rüyalar uzun sürmezmiş. Asıl gerçekle tanışma zamanı. Belki de geç kaldın. Öyle bir tokat yersin ki, hayattan, sen daha tokatın nereden, kimden geldiğini anlamadan kendini yerin dibinde sürünürken bulursun. Ben buraya nasıl geldim sorusunu soramadan sırtına yediğin hançerlerin ağırlığı biner üzerine. Her biri farklı boyutlarda, farklı derinlikte. Ama en acı vereni ise sana en yakın, en sevdiğin kişiden yediğindir.

Onun bir tarifi de yoktur. Kelimelerin tükenir tam o an. Ağzını açıp avazın çıktığı kadar bağırmak istersin ama nafile. Ağzından çıkan tek kelime iki harflik bir ah'tır. Sadece kısa bir ah'a sığdırırsın koca acılarını. O an "Ben bunları nasıl kaldıracağım? Nasıl bu acılarla yaşayacağım?" diye sorular döner beyninin içinde. Yerinden doğrulamayacağını düşündüğün zaman bir bakmışsın ki, her şeye inat dimdik dayanmışsındır hayatın önünde. Yıkılmadan, ayakların büdremeden, başın dik dayanmışsındır her şeye inat. Nereden mi biliyorum? Çıktığım bulutların üzerinden tepetaklak çakıldım yerin yedi kat dibine. Yediğim hangi hançer daha çok canımı yaktı inan ki bilmiyorum. Bildiğim tek şey düştüğüm yerden kalktığım zaman yaşadıklarım.

Bu gün üniversiteden çıkıp eve kadar yürümek istedim. Aslında çok ayakta durmak, kendimi yormak yasak ama içimde yürü diyen bir ses var. Temiz hava çok iyi gelmişti. Deniz kenarına yakın evimiz olduğu için hava sıcak olsa da denizden gelen bir esinti vardı. Yürürken mağazanın vitrininde çok güzel elbise vardı iki tane. İçeri geçip elbiselerin bedenlerini söyleyip kabine girdim. İkisi de güzeldi en iyisi ikisini de almak. Birini kardeşime vereyim o da çok sevinecek nasılsa aynı beden giyiyoruz. Elbiseleri alıp taxsiye binip evin adresini verdikten sonra yolu izlemeye başladım. O kadar yolu eve kadar yürüyemezdim. Hastanelik olmam an meselesi olurdu yoksa. 

Bu gün canım çok sıkkındı ama ben kimseye hissettirmemek için mutlu ve gülücükler saçtım o da yalan. İçimden bir ses kötü bir şey olacak diye fısıldıyordu. Eve varınca taxsi borcunu ödedikten sonra evin zilini çaldım ama kimse açmadı bir daha çaldım ama yine açmadılar. Ben de yedek anahtar olduğunu hatırlayınca çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. İçerde sesler geliyordu odaya girince annem, babam ve kardeşim vardı ama niye kimse bana kapıyı açmadı? Niye herkes bu kadar stresli ve sanki bir şey olmuştu.

"Anne, baba bir şey mi oldu?" Alacağım cevaptan korkuyordum aslında. Sanki sormasam bir şey olmayacak gibi geliyor.

"Yok kızım hiçbir şey yok sen ne zaman geldin?" Beni neden geçiştiriyorsun anne? Söylemek bu kadar mı zor? Bakışların çığlık çığlık bağırırken sen neden susuyorsun?

"Şimdi, zile bastım kapıyı açan olmadığı için çantamdaki anahtarı hatırladım onunla açtım."

"Hım, biz zili duymamışız kızım hadi herkes sofraya. Sende üstünü değiştir gel." Bu kadar mı önemli bir konuydu da zili duymadınız? Hiçbir şey soramadım. Cevabını alamayacağım sorular sormayı bırakalı yıllar oluyor. Şimdi sorsam da alamayacağım cevabın ağırlığı var üzerimde.

Gecmişin gölgesiWhere stories live. Discover now