17- "her şeyi al bana beni geri ver"

862 79 55
                                    


17- "her şeyi al bana beni geri ver"


Unutmayı bilmiyordum ben. Unutmayı kimse öğretmemişti bana. Daha dokuz yaşında, yaşıtlarının oyun oynaması gereken yaşta nefessiz kalma durumunda ne yapacağını öğrenen ben, evde olmayan bir annenin yokluğunda açken ne yiyebileceğini bulabilen ben, her şeyi öğrenmiş, bunu öğrenememiştim.

Kendimi ondan, başka birinden, birilerinden her geri çekmek istediğim an, kalbime bir gölge misali sızan o büyük adamı engellemeyi öğrenememiştim.

Omuzları genişti, kalbime girişini engelleyemeyeceğim kadar kuvvetliydi ve gözleri bana değdiği an işlevimi yetireceğim kadar can yakıcı, iç gıdıklayıcıydı. Sehun'u sevdiğimi anladığım ilk zamanlar içimdeki kıpırtı beni mutlu ediyordu. İçimdeki enerjinin artışını somut bir şekilde hissediyordum. Hayat enerjim geri dönmüştü sanki. Sanki sırf o o kadar güzel diye yaşamalıydım. Uzun süre sonra birini sevebilme, biri için yaşayabilme duygusu kalbimi gıdıklıyordu. Bu beni güldürüyordu, bu beni mutlu ediyordu. Onun yemek yemesi bile beni mutlu eder olmuştu, içtiği su sanki bir çöle akan sağanak yağmurdu yoksa bu kadar kadar huzurlu uyumamın başka bir anlamı olamazdı. Güneşli bir gün olmalıydı o gün. Öyle olurdu ya, öncesinde yağmur yağmış bir gün olsa bile eğer o sabah güneş doğmuşsa, çok da kızmışsa kendi boyumuzdan uzun gözükürdü gölgemiz. Korkularımız gibi. Sehun'un kalbime sızdığı gün belli ki yılın en güneşli günüydü ki gölgesi kocamandı, kollarımı kocaman açsam bile tarif edemeyeceğim büyüklükte.

Güneş açmıştı o gün, ya da o gülmüştü, bilmiyorum. Bu nedenle kalbime sığan gölgesi taşıp taşıp etrafa saçılıyordu. Her yer o oluyordu, her yerim ona doyuyordu, kalbim hariç. Ellerimin ona dokunma isteği hariç. Beynim, kafa tasıma sığmıyordu, ona olan sevgimden her yerim dile gelse sayıklayacaktı sanki.

Sehun, Sehun, Sehun.

Duymak istemiyorum artık, diyemiyorum istemediğimi de. Onun adı duymak istediğim tek şey ama söyleyemiyorum. Ben onun adını ağzıma alacak kadar iyi miydim ki? Ellerimi, parmak uçlarımı dinliyordum ama tekrar edemiyordum onları.

Sehun her gece bana yeniden doğuyordu sanki. Sanki o gece arka sokağıma ilk kez taşınıyor, kırık olduğunu sandığı sandalyeye ilk kez oturuyor ve bana soruyordu:"Burası dolu mu?" Dolu değil, demek istiyorum yeniden. Yeniden konuşmak istiyorum onunla. Onunla yeniden odamın penceresinden içeri sızmaya çalışan çelimsiz ışığın aydınlığında öpüşmek istiyorum. Kulağımın tam ortasında konumlansın ıslak, pembe dudakları. Ben de kokusunu çekeyim içime istiyorum. Sırtındaki pürüzlü hissi parmaklarımda hissetmek istiyorum ama şu sıralar ellerimin hissettiği tek şey karıncalar. Bozulmuş bir televizyon gibiyim. Karıncalar kaplamış her yeri. Öyle olan bir televizyonu kim izler? Kim saatlerce öyle kalmasına izin verirdi? O da vermedi, öpse geçecekti oysa ki. Öp beni demek istiyorum, beni öpme, ben sorun değilim, ellerim... Diyorum ellerim hissetmiyor ellerimi öp. Bunu düşününce gözlerimi diktiğim tavandan ayırıyorum gözlerimi. Odamın içindeyim, yataktayım, ben bu yatağa yatmam ki kim getirmiş beni buraya? Kim getirmiş beni yatmayacağıma yeminler içtiğim yatağa?

Ben en son Sehun'un beni öptüğü o yerde olduğumu anımsıyorum, sarhoştum diyorum, sarhoştum yürümüş olmalıyım. Komodinimin üzerindeki anahtarlar, ayaklarımdan çıkarılıp yatağımın kenarına düzgünce konulmuş ayakkabıları görüyorum. Ben sarhoştum, nasıl olur da bu kadar düzenli bırakmışım her şeyi diye düşünmek istiyorum ama hemen bu isteğimi sonlandırıyorum. Olur da Sehun aramızdaki o garip ayrılığı bitirip, yanıma gelirse, yanıma gelip de ellerimden öperse diye ellerimi yıkamaya gidiyorum. Başım çok feci ağrıyor, cidden çok içmişim diyorum. Bir daha bu kadar içme Jongin.

moonlight | sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin